Aslolan Helalleşmek Olmalıdır

  • 17.02.2022 23:36
  • Okunma: 996 kez

Tevazuda “fakir” alçak gönüllülükte “hakir” olduğunu gösteren, kitabelere adı yerine “El fakir-ül hakir” ya da güçsüz karınca manasındaki “mur-ı natuvan” mahlaslarını kullanan Mimar Sinan, sanatının yanı sıra karakteriyle de gönüllerin baş mimarı olarak yerini aldı. Çağları aşan mimar, Mimar Sinan'ın kalfalık eserim dediği Süleymaniye Camii 465 yıldır ihtişamını koruyor. Süleymaniye semti aynı zamanda Türk evi örneklerine ev sahipliği yapan bir alan özelliğini taşıyor. 2001 yılında tarihi Süleymaniye semti Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştı. Türk evlerinin restore edilerek kültürel dünyamızı güzelleştireceği beklerken nelerle karşılaşıyoruz?

İstanbul'un üçüncü büyük tepesine konumlanan, Klasik Osmanlı mimarisinin canlı şahidi Süleymaniye Camii’nin etrafına yapılan inşaat, tarihi yarımada İstanbul'un siluetine verilen zararı yeniden gündeme getirdi. Şemsipaşa Cami’nin önüne dikilen betonarme binayı hatırlattı ve daha birçok kıyımı…

İlim Yayma Vakfı'na ait olduğu belirtilen Süleymaniye Camii’nin siluetini gölgeleyen inşaatın fotoğrafları sosyal medyada paylaşılınca büyük tepki topladı. Vakıf, tepkiler üzerine internet sayfasından ve sosyal medya hesaplarından açıklama yaptı.

Süleymaniye'nin İstanbul'un ruhu olduğunu, vakfın varlık sebebinin de bu ruhu korumak olduğunu belirterek, "Süleymaniye'nin ruhuna zarar verebilecek herhangi bir girişimi önce biz kabul etmeyiz. Süleymaniye'nin siluetinin korunması için üzerimize düşen her tür fedakârlığı yapmaya hazır olduğumuzu beyan ediyoruz, bu konuda ilgili kurum ve kuruluşları, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeye davet ediyoruz " şeklinde çağrıda bulundu.

 

İlim Yayma Mütevelli Heyeti Başkan Vekili Nurettin Alan sonrasında yaptığı basın açıklamasında, yapının kaçak olduğuna ilişkin iddiaları kabul etmediklerini, inşaatın ruhsatının alındığını, koruma kurullarının vermiş olduğu kararlar çerçevesinde inşaatın yapıldığını ifade etti.

Tüm bu açıklamalara, Edebiyat dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nü alan Alev Alatlı’nın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tüm Bakanlar ve üst düzey bürokratların olduğu salonda, “imar ruhsatı olan bir müteahhit şehrin hakkına tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur ama yaptığı iş helal değildir” şeklindeki konuşması cevap olarak ne kadar denk düşüyor.

“Aslolan helalleşmek olmalıdır” diyor ve devam ediyor konuşmasına: “Helalleşmek mahkemede dava kazanmaktan daha üstün olmalıdır. Çünkü her yasal hak helal değildir ve olamaz. 21. yüzyılın en yaman projesi helal olanı yasal olanla örtüştürmek olsa gerekir. Kadim değerlerle rabıtası zedelenen özgürlüklerin şerden yana bükülmesini önlemenin yollarını bulmak zorundayız. Yasaların tanıdığı haklardan insanlık veya Allah adına feragat etmenin garipsenmediği bir yeni düzen getirmek zorundayız. Tarihin bize öğrettiği bir şey var. İster en mükemmel yönetim sistemini, ister ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olsun. Bir medeniyetin sevgi ve nefis terbiyesi dumura uğramış, manevi enerjisi tükenmişse; o medeniyeti ne Birleşmiş Milletler Tüzüğü, ne Helsinki Beyannamesi, ne AİHM Mevzuatı, ne de en üstün silahlar kurtarabilir.”

Daha ne söylenebilir?

Üsküdar, Kız Kulesi tarafından bakınca Zeytinburnu Sahili’ne dikilen 16/9 binaları İstanbul’a ihanetin resmi olarak kendini gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2017 yılında Esenler'de ‘Şehir ve STK Zirvesi’nde yaptığı konuşmayı hatırlayalım: “İstanbul bu açıdan gerçekten müstesna bir şehirdir. Ama biz bu şehrin kıymetini bilmedik, biz bu şehre ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum. Burası (İstanbul), Fatih Sultan Mehmet Han'dan beri ilmin, kültürün, siyasetin, sanatın ve ticaretin payitahtı olmuş bir şehir. Bugün de İstanbul onca yaşadıklarına rağmen halen ayaktadır. Türk-İslam medeniyetinin kalelerinden biri olmayı sürdürmektedir. İstanbul, dünyada eşi benzeri olmayan nadide şehirlerden bir tanesidir. Bizler çoğu zaman elimizdekinin kıymetini ancak onu kaybedince anlıyoruz. Ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz her biri başlı başına bir hazine olan emsalsiz değerlerin hakkını yeterince veremiyoruz. Bunun en bariz görüldüğü alanların başında şehirleşme ve mimari geliyor. Son yıllarda şehirleşme noktasında ciddi sorunlarımızın olduğunu, eksiklerimizin, hatalarımızın olduğunu daha önce defaatle birçok toplantıda ifade ettim. Estetikten, incelikten ve köklü medeniyet değerlerimizden yoksun tekdüze bir mimari anlayışının giderek yaygınlık kazandığını görmekten üzüntü duyuyorum. Adeta kibrit kutularının ölçülerini aşacak şekilde benzer taş yığınlarının olduğu bir şehir, bu bizim medeniyetimizde yok. Şehirleri birbirinden farklı kılan, ayıran, bu ayrılıklardan güzellikler çıkaran ayrıntılar birer birer yok oluyor. Maalesef maddi kaygılar birçok hassasiyetin önüne geçiyor. Bizim evlerimiz genişlese de gönüllerimiz daralıyor.  Binalarımız yükseldikçe ufkumuz kararıyor. Şehirlerimiz giderek milyonlarca insanın hep birlikte yalnız olduğu yerlere dönüşüyor. Eşyanın hâkimiyet kurduğu, bencilliğin arttığı, gösteriş, şatafat ve hamiyetsizliğin yaygınlaştığı bir dönemde yaşıyoruz. Ne yazık ki böyle bir şehir atmosferinde sevgi de merhamet de hoşgörü ve tahammül de giderek azalıyor, adeta insanın kimyası bozuluyor. İnsanı ve tabiatı merkeze almayan hiçbir projenin ne kadar albenili olursa olsun benim gözümde hiçbir değeri yoktur.”  Ne demişti, peki o günden bu güne ne değişti?

Yine iki yıl önce, Şehir ve Güvenlik Sempozyumu’nda, “Ülkemizin sayılı Belediye Başkanlarının aramızda olduğunu görüyorum. Özellikle şehirleşmede inşaatların inşasında ve ihyasında bütün mesele sizin kaleminizin ucundadır. Küçük hesaplar yaparsak inanın şehirlerimize ihanet etmiş oluruz. Burada kararlı duruşumuz şart. Site kültürü bizim kültürümüz değil ama ne yazık ki şu anda bir site kültürü anlayışı ülkemizde egemen olmaya başladı. Dikey mimari ile şehirlerimize ihanet etmiş oluruz, kibrit kutuları gibi dikilmiş binalarla bir yere varamayız.” ifadeleriyle şehirleşmeye, kötü yapılaşmaya, tarihe, kültüre karşı hoyratlığa dikkat çekmişti.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, her defasında dikey yapılaşmaya karşı olduğunu, şehirlerin tarihine, kültürüne sahip çıkılması, oluşan yeni ihtiyaçlara bu minvalde yatırım yapılması gerektiğini özellikle vurguluyor. Buna rağmen en yakınında bulunan insanların, yetkililerin bu konulara hassasiyet göstermemesi büyük saygısızlık ve hürmetsizlik anlamı taşır. Hem cumhurbaşkanına, hem İstanbul’a, hem de kendilerine…

Şimdi ne yapılmalı? Doğruyu ve yanlışı mülk sahiplerinin konumuna, görüşüne göre değerlendirmeye gerek duymadan, Süleymaniye Camii ve Külliyesi’nin İstanbul silueti içindeki görüntüsünü bozan teras kafelere, her türlü planlamadan uzak çarpık yapılaşmalara çözüm bulacak etkin bir mimari müdahale şart. Tabi yetki verilen kişilerin öncelikle bu konuları dert edinmesi lazım, diğer türlü vakit kaybı, oyalamaca, hayal kırıklığı…

Kendi ahlaki değerlerini, hal ve davranışlarını gözden geçirmeden başkalarına kabahat

bulmak hataları, yanlışları yarıştırmaktan öteye geçmez. Dolayısıyla böyle bir ortamdan bir medeniyet inşası da çıkmaz. Kaliteli insan kaynağına, nitelikli eğitime yatırım yapmadan bilinçli toplum oluşmaz. Her alanda gelişmişlik ancak kaliteli insan kaynağı ile mümkündür.

“Şehri imâr ederken nesli ihyâ etmeyi ihmal ederseniz, ihmâl ettiğiniz nesil imâr ettiğiniz şehri tahrip eder...”

Mimar Turgut Cansever

“Gel yıkalım şu Süleymaniye'yi desen iki kazma kürek iki de ırgat gerek. Hadi gel yapalım geri şunu desen bir Sinan gerek birde Süleyman."

Mehmet Akif Ersoy

Anahtar Kelimeler:

Yazarın Yazıları