Şu anda Filistin coğrafyasında büyük bir İsrail baskısı ve zulmü var. Yıllardır sorun olan konuşulan işte Yahudiler kendilerine vaadedilmiş toprakları elde edebilmek için her türlü oyunu, yaptırımı, savaşı, zulmü kendilerine mübah kabul etmekteler, diye. Bugün Filistin coğrafyasında kanayan yaranın meydana gelen onca zulmün sebebi budur, diye ifadeler sergilenir.
Hatta sadece Filistin toprakları değil, Nil ile Fırat arası bütün toprakları kendilerinin sayıp burayı ele geçirebilmek için oraları önce istikrarsızlaştırmak sonra da paramparça olan ve bu sebeple de güçleri dağılmış ufak devletçikler kurdurmak yolu ile gücü kırılmış ufak devletleri ele geçirmek ya da birleştirilmiş büyük bir İsrail projesi olduğu dillendirilir.
Bugün ki gelinen noktaya baktığımızda ise bu durumun fiili olarak altyapısının da oluşturulmuş olduğunu da görüyoruz.
Peki bu karşılıksız hayali gerçekleştirebilmek adına çevrilen bunca oyun, uygulanan işgal ve yapılan zulmün ardında gerçekten bir vaat var mıymış?
İsterseniz konuyu baştan alalım İsrailoğlulları kim ve bugün ki Filistin topraklarının kendilerine vaadedildiğini neye göre iddia edip, bunun için Dünyayı bir kaosun içerisine sürüklemeye devam etmekteler?
Yakup a.s. Yahudiler için büyük bir önem arz etmekte ve İsrail ifadesi de Yakup peygamberin isimlerinden biri. Kendisi bugün ki Ürdün nehrinin batısında kalan ve Filistin toprakları içerisinde yer alan Şeria nehri kenarında ki Kenan diyarında yaşayan bir peygamberdi. On iki çocuğundan biri olan Yusuf a.s görmüş olduğu bir rüya üzerine, kardeşlerinin de devam edegelen kıskançlıklarıyla beraber, başta on iki çocuğun büyüklerinden olan Yehuda’nın fikri üzerine ki, Yahudi ismi de buradan gelir ve kardeşler Yusuf’u önce öldürmeyi planlayıp, ardından da öldürmeyip kuyuya atmaları ile başlayan bir süreç.
Yusuf’un bir kervan tarafından kuyudan çıkartılması, akabinde Mısır pazarında Mısır azizlerinden biri tarafından köle olarak satın alınması, akabinde sarayda iftiraya uğrayıp senelerce zindanlarda kalıp, Mısır kralının gördüğü bir rüyayı yorumlaması ve bulduğu çözüm yolları üzerine de zindandan çıkartılıp Mısır’ın başta maliyesinden sorumlu olan büyük bir azizi olması ile devam eden, Kur’an’ı Kerim’de de anlatılan bir güzel hikaye.
Ancak daha sonra Yusuf peygamberin de yorumladığı üzere gerçekleşen kıtlık hadisesi üzerine, Yusuf a.s’ın getirdiği çözüm yolları ile müreffeh bir yaşam süren Mısır ülkesi, kıtlıkla boğuşan çevre ülkelerden de rağbet görür.
İşte bu süreçte, Mısıra gıda temini için gelenlerden bir grup ta Yusuf’u kuyuya atan kardeşleridir. Sonuçta Yusuf kendine zulmeden ağabeylerini affeder ve kendisini çok seven babası Yakup’a da kavuşur. Babasını da oraya getirmesi sebebiyle, Yakub a.s ve on iki çocuğu da Mısır’da yerleşir.
Yusuf a.s ile beraber tevhid inancı yayılmaya başlayan o zaman ki Mısır’da aradan geçen birkaç yüz yıllık süreç ile birlikte, Önce Yakup as.’ın akabinde Yusuf a.s’ın vefatları, sonraki Fravunların eskiden olduğu gibi tanrılık iddiaları ve sonra devam edegelen süreç ile birlikte İsrailoğulları’nın Mısırdaki itibarı kaybolmaya başlar. Bu süreçle birlikte Yakup peygamber soyu, yani İsrailoğulları, Mısır’da azınlık durumuna düşerler ve en ağır işlerde, belki de bugün, kime yaptı hangi şartlarda ne ölümlerle yaptırıldı diye baktığımız fravun mezarı olan pramitlerin yapımında, köle olarak çalıştırılmaya başladılar. Ve kendilerini bu zor durumdan kurtarması için Allah’a yakarmaya başlarlar.
Derken Fravun gördüğü bir rüya üzerine İsrailoğulları’nın aynı yıl içerisinde doğan bütün erkek çocuklarını öldürür fakat aynı yıl doğmuş olan Musa’yı, annesi Allah’ın emri ile, sarıp sarmalayıp Nil nehrine bırakır. Nil nehri kenarında eğlenmekte olan Firavunun saray ahalisinden biri olan fakat mümine bir hatun olan Asiye isimli bir kadın, kundaktaki bebeği alıp firavunun sarayına götürür.
Firavun, henüz çocuk olan Musa’yı birkaç kez öldürmeyi dener, fakat başta Asiye olmak üzere saray ahalisinin karşı çıkması üzerine çeşitli sebeplere bağlı olarak bunu gerçekleştiremez.
Nihayetinde büyüyen ve bazı olaylara bağlı olarak gençlik döneminde Mısır’dan ayrılmak zorunda kalan Musa, Allah tarafından peygamberlik vazifesi ile görevlendirilmiş olarak tekrar Mısır’a döner ve Fravun’u Allah’a iman etmeye davet eder; fakat bu mümkün olmaz.
Gösterdiği mucizelerle birlikte Firavunun içine korku, kendine inananların kalbine ise güven veren Musa peygamber, yine Allah’ın emri ile kendine inananlarla beraber Mısır’dan çıkarak o zamanlar üzerinde putperest bir topluluk ve zalim bir kralın yaşadığı bugün ki Filistin topraklarına gitmek üzere yola koyulur.
Mısır’ın saray ahalisinden ve yerli halktan insanlar da bulunsa bile, Musa peygambere iman edenler ve onunla beraber yola koyulanlar arasında, daha çok zulme uğrayan ve en ağır işlerde köle olarak kullanılan İsrailoğulları vardır.
Firavun, Musa ve yanındakilerin güvenle Mısırdan çıkacağına söz vermesine rağmen vezirlerinin de etkisi ile sözünde durmaz ve Musa ve yanındakileri öldürmek üzere yola düşer; Kızıldeniz ikiye ayrılıp Musa a.s yanındakilerle karşıya geçince, denizin yarıldığını görerek Musa’yı takip etmeye kalkan Firavun ve ordusu kapanan suların altında kalırlar.
Aylarca süren yolculukta İsrailoğuları, kendilerini zulüm, işkence ve kölelikten kurtaran Musa a.s’a pek çok sıkıntı verirler. En sonunda da gidin ve oradaki putperest ve zalim kralı öldürüp oraya yerleşin diye emir aldıkları o dönem ki Filistin kapılarına yaklaşınca da Musa a.s. -Hadi savaşacağız dediğin de Maide Suresinde de anlatıldığı üzere -İlahını da yanına al ve git savaş, cevabını verdiler.
Bu hadiseden bir müddet sonra Musa a.s. vefat etti ve İsrailoğulları onlarca yıl çevre çöllerde dağınık bir şekilde yaşam sürmeye çalıştılar. Tevbeleri, yakarışları neticesinde yaklaşık yarım asır sonra Filistin’e girebildiler. Davut a.s’ın oğlu olduğu belirtilen Süleyman a.s vasıtası ile de büyük bir devlet sahibi oldular. Ancak bu süreç çok devam etmedi. Süleyman a.s.’dan sonra gelen peygamberlerin birçoğunu dinlemediler, yoldan çıktılar, sapıttılar ve birlikleri de kısa zamanda dağıldı. Önce ikiye bölündüler, ardından da kısa bir zaman sonra Kuzeydeki İsrail devletini, Asurlular, Güneydekini ise, Babil Kralı Nabukadnazar, diğer adı ile Buhtunnnasar, ortadan kaldırıp çoluk çocuk demeden Yahudileri kılıçtan geçirip, Tevrat’ın yazılı metinlerini yok etti ve kutsal mâbed olarak nitelendikleri Süleyman tapınağını da yerle bir etti.
Bundan ortalama yetmiş yıl kadar sonra Filistin’e döndüler fakat da bir daha devletleşemediler. Oraya toplanan İsrailoğullarını da Milattan sonra 70 yılında, daha sonra Roma kralı olacak olan Titus komutasındaki Avrupalılar, tekrar kılıçtan geçirerek Kudüs şehri tekrar yağmalanmış, yeniden yapılmaya başlanan Süleyman mabedi bu sefer tamamen yerle bir edilmiş, Yahudiler Kudüs’ten tamamen sürülmüş ve darmadağın edilmişlerdir. Bu zaferin anısına Roma’da halen varlığını koruyan Titus kemeri inşa edilmiştir.
Ondan sonra İsrailoğulları veya diğer adı ile Yahudiler bir daha bir araya gelememiş Kudüs’e de bir bütün olarak dönememişlerdir.
Özellikle Avrupa kıtasına dağılan Yahudiler, hiçbir ülkedeki savaş, çatışma gibi olaylara dahil olmayıp ticari alanlara yoğunlaştılar ve zamanla zenginleştiler. Az olmanın getirdiği olumsuz durumu da lehlerine çevirerek birbirlerini koruyan ve geliştiren bir iktisadi anlayış ortaya koydular.
İspanya ve Portekiz’i içerisine alan İber yarımadasında ise Yahudiler 1492’ye kadar Müslüman Endülüs devletinde huzurla yaşadıktan sonra, Endülüs’ün Avrupalılar tarafından işgali ile birlikte, Yahudileri Hristiyan Avrupalıların zulüm, işkence ve baskılarından Osmanlı’nın engin şefkati kurtardı. 2. Bayezıt göndermiş olduğu Kemal reis komutasındaki donanma ile İspanya’dan kurtardığı Müslümanlarla birlikte yüz elli bin Yahudi’yi de Avrupalıların işkence ve ölüm kamplarından alıp, onları İstanbul, İzmir, Selanik, Bursa ve Manastır gibi en müstesna şehirlere yerleştirdi.
Bu ve bundan sonraki süreçte, dağıldıkları ve gittikleri yerlerde ticari hayatı elinde tutmaya başlayan Yahudilerin içinden, zamanla Siyonizm diye iki bin yıl üstüne yeniden Kudüs’e dönmeyi hayal eden ve kendilerince vaadolunmuş topraklar nitelendirmesi dahilinde, Nil nehri ile Fırat arasında bir devlet kurma düşüncesi ile, iki bin sene önce tamamen yıkılmış olan mabedi yeniden yapma düşüncesi ortaya çıktı. Ancak bunu her hangi bir savaş ile yapamayacakları gerçeği olduğu için, Kudüs-Filistin coğrafyasından toprak satın alma yoluna gitmek istediler fakat Siyonistlerin bu hayalinden haberdar olan 2. Abdülhamid Han, bunu engelleyici çalışmalar yaparak özellikle Kudüs- Filistin topraklarının bir çoğunu kendi hazine-i hassasından satın almak kaydı ile özel mülkiyetine geçiren evraklar düzenletti.
Ancak 2. Abdülhamid Han darbe ile tahttan indirildikten sonra Siyonizmin kurucusu ve en önemli temsilcisi olan Teodor Herlz ve ekibi, İngiltere’nin de büyük desteği ile Filistin coğrafyasından toprak satın almaya başladı. Ancak az sayıda da olsa satın alınan bu topraklara, artık özellikle Avrupa’da rahat içerisinde yaşayan ve ticari hayatı da kısmen elinde tutan Yahudiler göç etmiyordu.
Ta ki 1933’te Nazilerin Almanya’da iktidara gelerek, Yahudi karşıtlığını ortaya atıncaya kadar. Ari-saf Alman ırkı bahanesi ile Alman olmadığı ifade edilen Yahudiler dışlanmaya ve yavaş yavaşta olsa bir kıyıma tabi tutuluyordu. O dönem Almanya’da 500 bin Yahudi yaşadığı ifade ediliyor ancak diğer Avrupa ülkeleriyle beraber bu rakamın 9 milyon olduğu tahmin edilmekteydi. Bilinçli bir şekilde pompalanan Yahudi karşıtlığı, diğer Avrupa ülkelerinde de taraftar bulunca en çok Yahudi’nin yaşadığı Polonya’da da Yahudi karşıtları, Yahudilere karşı bir harekete girişti. Hitler’in 2. Dünya savaşını başlatması ile birlikte Avrupa’da yaşayan Yahudilerin 3 milyonunu öldürüldüğü söylenmekte. Açıkçası Nazilerin bilinçli bir şekilde Yahudileri öldürdüğü gerçektir; fakat ülkelerin savaşın harareti esnasında savaşa dahil bile olmayan Yahudilerin, 3 milyonunun Naziler tarafından öldürülmüş olması da savaş şartlarına bakıldığında ne kadar gerçekçi olduğu da tartışılmalıdır! Ancak Naziler tarafından pompalanan Yahudi karşıtlığı sonuçlarını vermeye başlamış, zengin olanlar daha çok Amerika gibi denizaşırı ülkelere iltica ederken, diğerlerinin birçoğu ise daha önce Siyonistler tarafından toprak satın alınmış olan Filistin topraklarına göç etmek zorunda bırakılıyordu! Milyonlarca Yahudi, ne olduğunu anlamadan, Siyonist anlayışın kurguladığı oyun neticesinde yerlerinden edilmiş ve kendileri için hazırlanmış olan topraklara zorunlu göçe mecbur bırakılmıştı. Tabi oyun burada bitmiyordu. Nil ve Fırat arasında kurulması planlanan bu hayali ülkeye halk bulunmuş fakat hak bulunamamıştı. Neticede kısa zaman içerisinde Filistin’in yerlisi olan Müslümanlar ile oraya Avrupa’dan göç ile gelmiş olan Yahudi yerleşimciler arasında çatışmalar ortaya çıkmaya başlamış ve bunun neticesinde de planın 2. Evresi olan devletleşme süreci ise göçten henüz birkaç yıl sonra 1947 yılında peyda olunmuştu. İlk başta sığınmacı olan bu yapı bir anda adını İsrail koydukları işgalci bir devlete dönüşmüş yerli Filistin halkına ve gelişmeler sonucunda da etraf devletlerle çatışmaya başlamıştı.
Geldiğimiz durumda Filistin halkının üçte ikisi komşu ülkelere göçe tabi tutulmuş, geriye kalanların ise paramparça olmuş topraklarında açıkhava hapishanesi zorluğuna bırakılmış bir durum söz konusu.
Ve Büyük İsrail hayali peşinde oluşturdukları terör örgütleri ve iç çatışmalar ile Ortadoğu ülkeleri karmaşaya itilmiş, istikrarsızlaştırılmış ve parçalanmış bir duruma getirilmiş.
Bütün bunlar kendilerince vaadedildiğini iddia ettikleri toprakları elde etmek içindi. Peki gerçekten öyle miydi? Tevrat’ta bahsedildiğine göre Mısır’da yersiz yurtsuz bir şekilde esir hayatı süren Yahudilere, Yüce Allah, gidip Filistin coğrafyasını yurt tutmalarını emrediyor. Ancak o dönemde orada yaşayan zalim kralı ve halkını oradan çıkartarak tevhidi ve adaleti hakim kılmak şartıyla. Peki dinlediler mi? Tabi ki hayır! Musa peygambere -Git tanrını da yanına al ve savaş dediler. Yani Musa’ya da verdikleri sözü tutmadıkları gibi Allah’ın emrine de karşı geldiler. Yarım asra yakın çöllerde sefil oldular ve Musa a.s da o süreçte vefat etti. Çok uzun zaman sonra Davut a.s’ın zalim kral Calut’u yenince Kudüs’e yerleşebildiler.
Yani o topraklar onlara yaşayacak yerleri olmadığı için ve bir cihadı da yerine getirebilmek şartı ile o dönem yaşayabilecekleri yurt olarak verilmişti. Ve zaten ne zaman sapıtıp yoldan çıksalar Allah’ın azabı onları kuşatıp, bir kavim tarafından Kudüs’ten çıkartıldılar.
Gelinen noktada ise Siyonist anlayış, 1800’lerin sonlarına doğru Avrupa’da yeni yeni kabul görmeye ve vatandaşlık verilmeye başlamış ve bir nevi huzurlu bir yaşam sürmeye başlamış olan Yahudileri, kendilerinin peyda ettikleri Yahudi düşmanlığı sayesinde yerlerinden yurtlarından etmişlerdir. Yine özellikle Osmanlı döneminde yüzlerce yıldır bulundukları coğrafyada huzur içerisinde yaşayan Filistin halkının da huzurunu bozmuş, onları da yerlerinden yurtlarından etmiş ve nerede ise bir asra yakındır boş bir Siyonist hayal uğruna Filistin’in yerel halkına zulmetmekte ve çevre ülkeleri de felakete sürüklemekteler.
Peki bu böyle gider mi? Elbette gitmez. Çünkü Allah, geçmişte her azgınlaştıklarında cezalandırdığı bu anlayışın sahiplerini yine cezalandıracaktır.
Anahtar Kelimeler: