Aslında Ortadoğu ifade bile bize ait değil. Bu kavram İngilizlerin, kadim İslam topraklarını kendilerine göre konumlandırmak için ortaya attıkları bir ifade.
Öyle alışmışız ki biz bile böyle kullanıyoruz; ancak böyle gitmemesi gerektiğini bilmeliyiz.
Osmanlı’nın zorla el çektirildiği bu topraklar, o günden itibaren bir türlü huzur yüzü göremedi. Bu kafa yapısıyla göreceği de yok gibi. Zira huzurun menşei kaybolmuş; o birleştiren, sömürmeyen ve sadece kucaklayan Osmanlı şefkati çekildi bu topraklardan.
Ve Ortadoğu diye nitelendirdikleri coğrafya, sırtlanların ellerine kaldı.
Sınırları cetvelle çizilen ülkelerin başlarına naylondan birer kral, ya da yarın gelip işgal etmeye bahaneleri olsun diye, imajını kendilerinin oluşturdukları şişme diktatörlerle idare ettikleri, miadı dolduğunda ise, gelip indirip, ülkelerini bölüp parçalamayı, yutmayı planladıkları coğrafya.
Huzura, Osmanlıya, Osmanlı anlayışına hasret topraklar.
Derken ilk defa bir papa kalkıp Ortadoğu’ya geldi. Daha önce fiziken hiçbir Papanın uğramadığı topraklara! Sadece fiziken gelmedi diyorum; çünkü geçmişteki Papaların da hevesi bu topraklardan hiç gitmedi. 1096’da Papa II. Urbanus’un, yaptığı teşvik, vaad ve kışkırtmalarla Avrupa’da ne kadar bozguncu, eşkıya, serseri varsa Haçlı seferleri ile bu topraklara gönderilip, yağma, talan ve katliamlar yaptılar.
Papayı, Haçlı seferi için çağrı yapmaya ikna edeninse, bir Fransız papazı olan Pierre Lermit olduğunu da unutmamalı.
O dönem, Ortadoğu’nun kalbi olan Kudüs’e ulaşmaya çalışan Haçlıları durdurmak için çırpınan Selçuklu Türklerinin, Haçlılar ile mücadelesini fırsat bilen Şii Fatımi devleti ise, Müslümanların bu zor durumundan faydalanıp, arkadan saldırarak Kudüs’ü ele geçirdiler. Çok geçmeden de şehri Haçlılara terk ederek, Kudüs’te çoluk çocuk yaşlı genç on binlerce Müslümanın kanının akıtılmasına yol açtılar.
Kudüs şehrini işgal eden Haçlı komutanının, Papaya yazdığı mektupta “Şu anda atlarımız beline kadar Müslüman kanı içinde yüzmektedir” şeklinde belirttiği üzere, büyük bir Müslüman kıyımına imkan verdikleri de tarihe kapkara bir leke olarak geçti.
II. Haçlı seferinde ise bu sefer Papa III. Öjen’i sahada görüyoruz. Yine en başta Fransız ve Alman imparatorları ile yaptığı ittifaklarla, bütün Avrupa’nın, Müslümanlar üzerine saldırmasını teşvik ettiler.
Tabi şunu merak eden olabilir; Aynı dönem İngilizler ve Ruslar neredeydi?
O dönem İngilizler biraz daha deniz ötesi kalmış ve fakirlikten kıvranan, öyle ki aynı senede bir defa aynı leğen suyuyla aile boyu banyo yapan, kirden simsiyah olan suda bebek kaybedecek kadar geri bir toplum; Ruslarsa Türk devlet ve topluluklarının ardında kalmış, kuzey soğuklarında yaşayan bir milletti. Dolayısı ile ikisi de tarih sahnesinde etkin değillerdi.
Etkin rol almaya başladıkları XVI. Yüzyıldan itibaren zaten Osmanlı’nın parçalanmasında ve İslam coğrafyasının başına ördükleri çoraplarda her ikisinin de ne kadar faal olduğunu biliyoruz.
İşte bugün de otoritesini kaybeden güçler, o zaman nasıl Papayı ön plana sürerek büyük vaatlerle bu topraklara yönlendirdilerse, aslında bugün ki durum da çok farklı değil.
Özellikle son dönemde bulunduğu coğrafyada etkin olmaya başlayan ve Batılı güçlerin kurguladıkları planları bozmaya başlayan ülkemize, diz çöktürebilmek için her yolu deneyen fakat başarılı olamayan
kısaca Batı olarak tanımladığımız güçler, belli ki yeni planlar peşinde.
Papayı da, Haçlı seferlerinde olduğu gibi, bu işlerin dışında düşünmenin pek mümkün olmadığı kanaatindeyim.
Zira arka planda gelişen oyunlar sonucunda Rus uçağının vurulmasının ardından, Katolik, Ortodoks, Anglikan demeden bütün Hristiyan devlet liderlerini Vatikan’a toplayan Papa, konulara aleni olarak girdiğini o zaman belli etmeye başlamıştı zaten.
Geçmişte Müslümanların Kur’an, Sünnet ve mezhep anlayışı üzerine yaptıkları mühendislik çalışmaları ile ifsat denemeleri yapan Batı; ılımlı İslam ve dinler arası diyalog gibi fâsit projeler ile Müslümanları birbirine düşürecek tefrika çalışmaları yapmaktaydı. Ancak bütün bunlar ellerinde patladı.
Ancak bu zamana kadar kedi fare oyunu oynadıkları İran’la bir şekilde ittifak yapmanın gerekliliğine inanmış olmalılar ki, Papa kalkıp buralara kadar geldi. Öyle ki Hz. Hüseyin (r.a)’ın şehit edildiği Kerbela’yı dahi ziyaret etti.
Şahsen, Ortadoğu ya da genelde Arap ülkeleri olarak nitelendirilen ülkelerde de yaşayan Hristiyan halkların, Papayı büyük bir sevgi ile karşılamalarının yadsınacak bir durumu yok; zira araştırdığımızda bu coğrafyada oldukça fazlaca Hristiyan bir nüfus barındığını görmekteyiz.
Onlar için Papa Hristiyanlığın önderi olması münasebeti ile büyük önem arz edebilir ve kendilerine göre dini bir otorite olarak saydıkları kişiyi de büyük bir sevinçle karşılamaları doğal karşılanabilir.
Ancak Şii anlayış taraftarlarının da büyük bir heves ve sevinçle karşılanması çok ilginç!
Bu neyin sevinci, Neyin ittifakı?
Papa yetinmedi, Kuzey Irak’ı da ziyaret etti ve bu süreçte adına, ülkemizin topraklarını da içerisine alan bir uyduruk haritanın olduğu hatıra pulu dahi bastırıldı. Bu aslında kime ya da hangi devlete mesaj verilmek istendiğinin Papanın oralarda hangi amaçla bulunduğunun da apaçık göstergesiydi!
Bu ziyaretin bir başka görüntüsel boyutu da, kendisini hararetle takip eden milyarlarca insanın, beyaz elbiseler içerisindeki Papanın karşısında, siyah elbiseler içerisinde, görüntüsü çökük, umut vadetmeyen ve sempatik olmayan bir İslam anlayışı imajı çıkartılmış olmasıydı.
Yani bu da bir algı çalışmasının da parçası olabilir!
Batının, genelde sıkıştırdığı ve bu sebeple de ekonomik anlamda zor dönemler yaşamasına sebep olduğu; Türkiye engel olmasa, birkaç kaşık suda boğacakları İran, azıcık rahatladığı ve Batının azda olsa kendisine yanaştığı her dönemde, aleyhimize kurulan ittifakların içerisinde büyük heveslerle yer alıyor.
Batı artık hiçbir dönem kendileri ile savaşmamış olan ve bütün düşmanlığını Sünni Müslümanlara karşı gösteren İran’ın ve Şii anlayışın, kendileri için artık bir tehlike teşkil etmediğinin de farkında.
Suriye örneğinde gördüğümüz gibi, Sünni coğrafyalarda kan dökmeye doymayan İran’ı keşfeden Batı, son çare olarak Papanın etkinliğini kullanarak yeni ittifaklar oluşturmanın peşinde.
Yapabildikleri kadar ittifak ve karşı cephemize yerleştirebilmek için alabildikleri kadar adam…
Artık oyunu gizli kapaklı değil, açık oynuyorlar.
Ancak onların oyunu varsa elbet Allah’ında oyunu vardır.
Sağlık ve muhabbetle kalın.
Anahtar Kelimeler: