Psikolojik Diziler ve Yeni Trend

  • 23.04.2021 17:36
  • Okunma: 2266 kez

Ayten Çalış Kurtçu


Klişeleşmiş Medya Replikleri ve Ezber Bozan Psikolojik İhtiyaçlar

Bu sayımızda, “Halk bunu istiyor!” klişesini yıllarca zihin dünyalarımıza çivileyen içerik üreticilerine yönelik bir kritiği kaleme almak istiyorum. Zira Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nazife Güngör Hocamla bu sayı için gerçekleştirdiğimiz söyleşiden mülhem söyleyeceklerim var.

Bizler yıllarca “Halk bunu istiyor!” argümanı üzerinden, temcit pilavı gibi önümüze getirilen benzeş medya içerikleriyle büyümüş ve dahi çocuk büyütmüş bir neslin sürgünleriyiz. Yıllarca bunun koca bir yalan olduğunu, söz konusu klişe söylemin arkasında “ucuz içerikler-yüksek kazançlar” şeklindeki ters orantının yattığını bildik ama bilsek de bir faydası olmadı. İnsanın gelişimine, kemâle doğru olması gereken kutsal seyrine hizmet eden içerikler yerine “mekanik tarafımızı besleyen ve sürü psikolojisi ile satın alınıp hızla tüketilen içerikler” her daim gündemimizi belirledi. Bunun böyle olmaması gerektiğini, aslında sürecin halkın istemesinden çok daha farklı sebeplere dayandığını iyi biliyorduk ama popüler kültür adı altındaki mevcut sistemi ölçüt kabul eden düzen de bu idi.

Ne var ki bir süre önce gösterime giren farklı bir dizi trendi; aslında çok doğal, iddiasız ve sessiz sedasız bir biçimde bu yerleşik ezberi deşifre etti. Yani işlerin hiç de öyle olmadığını bangır bangır bağırmadan, insanların gözüne sokmadan ispatladı. Sözünü ettiğim trend; psikolojik tahliller yapan, bireysel ve sosyal açmazlarımızla yüzleşmemize ve yanlış bilinen doğruların, ezbere duygu ve düşüncelerin hayatlarımızı nasıl kilitlediğine ayna tutan yeni bir çizgi. ‘Masumlar Apartmanı’, ‘Kırmızı Oda’, ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ gibi isimlerle karşımıza çıkan bu senaryoların; Psikiyatr Doktor Gülseren Budayıcıoğlu’nun kaleminden çıktığını görüyoruz.

Açıkçası ‘Masumlar Apartmanı’ isimli dizi gösterime girdiği gün Twitter’daki hashtag listesinin tepesinde yer alarak trend topik (TT) olmasını, ilk etapta mekanik bir tanıtım çalışması olarak görmüştüm. Zira yeni piyasaya sunulan yapımlar için ilk gün bu tarz bir rüzgar estirilmesi adettendi. Yeni yayınlanmış, haliyle de tek kişi tarafından okunmamış alelade bir kitabı bile hashtag belirleyerek ve bot hesaplarla TT listesine sokarak tırnak içinde ‘başarılı’ kılabiliyordunuz! Ancak ilk elde başarı olarak algılanan bu TT olma hâli, para ile reklam tabelası kiralamaktan farksız bir durumdu. Ne var ki bu yeni dizi ile ilgili tweet atan isimler içinde yakından tanıdığım ve yazdığı metinleri takip ettiğim, kültürel meseleleri nasıl bir gözlükle değerlendirdiğini bildiğim farklı farklı isimleri de görünce doğal bir akış olduğunu anladım. Akabinde de bu diziye ve diğer iki benzeşine, zaman zaman rastgelerek ucundan köşesinden bakmaya başladım.

İçeriğe biraz olsun vakıf olmaya başladığımda ise aynı elden çıkan bu farklı çalışmaların bireysel ve toplumsal yaralarımıza ne denli berrak bir ayna tuttuğunu ve sıradan durum tespitlerinin ötesinde, izleyenleri kendisine bakmaya davet eden faydalı bir duygu dili taşıdığını gördüm. Örneğin ‘Kırmızı Oda’ dizisi, ağırlıklı olarak bir psikiyatristin odasına gelip giden hastalardan ibaret rutin bir kurgu olmasına rağmen izleyiciyi hiç de sıkmıyordu. Zira o odaya giren ve aslında sosyo-ekonomik ya da sosyo-kültürel açıdan çok farklı kategorilerde yer alan her insanla, ortak bir noktamız vardı. Sonuçta, yaralarımız hep aynıydı! Bireysel ve sosyal varlığımızı birçok açmaza sürükleyen o bilindik satıh, hep aynı yerlerden kavrıyordu bizi.

‘Masumlar Apartmanı’ ve ‘Kırmızı Oda’ gibi, ‘Doğduğun Ev Kaderindir’ isimli çalışmada da yine bu tip psikolojik tahliller yapılıyor; güvene ve sevilip onaylandığını hissetmeye ne denli ihtiyaç duyan çocuk ruhlar olduğumuz resmediliyordu. Çocuk ruhlar diyorum; zira hayatın binbir zorluğu içinde ayakta kalma savaşı veren bizler, çoğunlukla tam anlamı ile gıdalanamadan büyüyorduk. Hâl böyle olunca da o gizli ama yönetici duygular, ukteler ya da eksiklikler bizim görülmeyen buzdağımız oluyordu. Suyun altında olduğu için ilk elde farkedilmeyen o meşhur iceberg, ‘bizim hikayemiz’di esasen. “İşte bu bizim hikayemiz!” diye başlayan o nostaljik parça, tam da bu ironiye fon oluşturuyordu sanki.

2014 ve 2016 yıllarında iki baskı yapan, genişletilmiş yeni baskısına ise henüz vakit ayıramadığım ‘Matrix’ten Çıkış’ isimli kitap çalışmasında kendi bireysel seyri üzerinden bu belirleyici yaralara yakın plan vermeye ve “Öncelikli meselemiz budur!” demeye çalışan bir yolcu olarak, aslî meselelerimize ayna tutan bu tip medya içeriklerini son derece önemsiyor; hatta toplumsal anlamda bir derman biliyorum. Zira öfke, güvensizlik, suçluluk psikolojisi, aşağılık duygusu, şiddet, nefret, atalet, huzursuzluk ve tatminsizlik gibi nice duygusal problemin altında yatan ana kaynakla göz göze gelmeden, sağlıklı bir durum tespiti ve yüzleşme yaşamadan; bireysel ve sosyal problemlerimize gerçekçi ve kalıcı çözümler üretmek mümkün olmayacak. Bu karamsar bir düşünce ya da bir kehanet değil elbet. Realitenin kendisi! Dolayısıyla da “Halk bunu istiyor!” otomatiği ile mekanik tarafımızı besleyen otomasyon içeriklerden ziyade, dipteki buzdağımıza dokunacak ve gerçek bizi uyandıracak hakiki üretimlere ihtiyacımız var. Dahası, halk asıl bunu istiyor ve karşısına kendi ihtiyacına yönelik gerçek bir üretim geldiğinde onu görüyor, okuyor ve sahipleniyor...

Anahtar Kelimeler: Medya, Psikoloji, Dizi, Trend

Yazarın Yazıları