Güney Azerbaycan'daki Kadim Türk Varlığı ve Kültür Birliğimizin Yaşatılması

  • 25.06.2021 21:27
  • Okunma: 1912 kez

Ayten Çalış Kurtçu


Kitap Analizi - İran'da Unutulan Turan: "Güney Azerbaycan"
Geçtiğimiz günlerdeki Ankara ziyaretlerimizden birinde, “İran’da Unutulan Turan: Güney Azerbaycan” ismiyle bu yıl içinde yayınlanan ve İran’daki kadim Türk varlığını derli toplu bir biçimde okura sunan değerli bir çalışmayla tanıştım.

Tarihî ve kültürel birikimimize tüm samimiyetleri ile sahip çıkan bir grup gencin üretimleri olan bu verimli yayında; Turan ufkumuzun ve kültürel arka planımızın en köklü parçalarından biri olan “Güney Azerbaycan” meselesine odaklanılarak, tarihsel süreç içinde Rusya ile İran’ın hegemonya alanları arasında yaşadığı med cezirlerden sonra bugün İran sınırları içinde yer alan bölge, birçok parametre üzerinden irdelenmiş.

Coğrafya, tarih, kültür, dil, ekonomi, diplomasi ve demografi gibi farklı ölçütlerle analiz edilen bölgedeki kadim Türk varlığı; İran’ın Azerbaycan Türkü olan ünlü şairi Şehriyar’dan “Şehname”sinde bölgedeki Türk varlığına yer veren ünlü Fars şairi Firdevsî’ye, bir Türkçe aşığı olan ve Türk dünyası tarafından “aksakallı” olarak kabul gören Cevad Heyet’ten “Güney Azerbaycan Türk yurdudur! Türk Birliği sevdamızdır!” sloganları atarak İran’da yaşayan 35 milyona yakın Türk’ün sesi olan futbol takımı Tracxtur’a kadar birçok farklı unsurla işlenmiş.

2019’un baharında, Ankara’da yaşayan beş heyecanlı gencin “Türk Milleti için ne yapabiliriz?” sorusu ile yola çıkmaları neticesinde kurulan “Misak-ı Zafer” isimli yazı havuzunun somut bir meyvesi olan yayın, gruba mensup olan genç araştırmacıların “Güney Azerbaycan” meselesine odaklanmış olan metinlerinden oluşuyor ve Batı Trakya’dan Balkanlar’a, Kırım ve Kafkaslar’dan Suriye-Irak hattına, Doğu Türkistan’dan Güney Azerbaycan’a kadar Türk varlığının yoğun olduğu yerlerde yaşanan “kültürel kimliği yaşayamama” sorunsalına yönelik bütüncül bir tespitte bulunuyor.

Bu kuşatıcı durum tespitinin akabinde Güney Azerbaycan özelindeki amaçlarını dile getiren gençler, bu bölgeye yönelik ilgilerini şu cümlelerle özetliyorlar; “Tarihi, coğrafyası, ekonomisi, kültür insanları, dili, nüfusu, sporu, şehirleri, mücadelesi ve bizimle olan ortak mazisi pek de bilinmeyen Güney Azerbaycan hakkındaki bilgi eksikliğini evvela kendimizde ardından da çevremizde azaltmak, ufkumuzu yalnız sınırlarımızla sınırlı tutmamak, Turancılığımızı derin ve kopmaz bir kültürel bağ ile bağlamak amacıyla bu dosyayı hazırlamış bulunuyoruz. Hedefimiz, bu tarz dosyaları çeşitlendirerek artırmaktır. Yalnız Türk dünyasını tanıtmak değil, Türkiye’nin bugünkü meselelerini tespit edip bunlara çözümler de üretmektir.”

Kitabın tarihî hafızamızı tazeleyen bilgileri çerçevesinde kısa bir ufuk turu yapacak olursak; Türkler’in 11. asırdan bugüne uzanan İran’daki kültürel varlığı Büyük Selçuklu Devleti ile başlayıp Harezmşahlar Devleti, Karakoyunlu Devleti, Akkoyunlu Devleti, Safevî Devleti, Afşar Hanedanlığı ve Kaçar Hanedanlığı ile devam ediyor. 10 asır süren Türk hakimiyeti 1925 yılında Kaçar Hanedanlığı’nın yıkılmasıyla son buluyor ve bu tarihten itibaren bölgede Fars hakimiyeti başlıyor. 1059 senesinde Tuğrul Bey’in İsfahan’ı fethetmesi ve başkent ilan etmesiyle tamamen Selçuklu hakimiyetine giren Güney Azerbaycan, bugün ise İran Devleti’nin sınırları içinde bulunuyor.

Batı, tarihsel akış içerisinde Anadolu Türkleri ile Güney Azerbaycan Türklerinin aynı çatı altında buluşmamaları, hatta yakınlaşmamaları için sürekli tetikte olmuş; Tebriz’de Azerbaycan Türkleri yerine Rusya’nın varlığı tercih edildiği için, Bakü Muharabesi’nde İngilizler tarafından Sovyet Ordusu’na destek verilmiştir. Ne var ki Sovyet Ordusu’ndan nicelik olarak son derece geride olan Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu galip gelmiş ve 1130 Türk askerinin şehit olduğu muharebe neticesinde Bakü yeniden fethedilmiştir. Ancak Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı kuvvetlerinin Bakü’den çekilmesi üzerine şehir önce İngilizler sonra da Ruslar tarafından ele geçirilmiş; Güney Azerbaycan bölgesi de yine aynı sebeplerle İran işgaline uğramıştır.

Süreç içinde İran’da Batı entrikaları ile birçok yönetim değişikliği olmuş ve İran’da Farslar’dan sonraki en büyük nüfus olan Azerbaycan Türkleri ile diğer Türk grupların toplamı, resmî kayıtlarda gerçekte olduğundan çok daha az bir oranda yer bulmuştur. Yaklaşık 900 yıllık bir Türk yurdu olan bölgenin en az yarısına Türk nüfusunun hakim olması gayet doğal olmakla birlikte, sürekli olarak gerçek rakamları açıklamamak gibi bir politika güdülmüş ve bölgedeki Türk varlığına, kültürel kimliğini rahatça yaşama imkanı verilmemiştir.

“Misak-ı Zafer” isimli platformun başkanı ve söz konusu yayının editörü olan Burak Erdoğan; Güney Azerbaycan’daki Türk tezahürünün M.Ö. 7. yüzyıla dayandığını vurguluyor ve Anadolu Türklüğünün temellerinin Güney Azerbaycan’da filizlenip olgunlaştığının altını çiziyor. Erdoğan ayrıca, Sünnî-Şii ayrılığının ortak bir çözüme kavuşturulması için gayret eden Afşar Hanedanı’nın kurucusu Nadir Şah’ın Hindistan ve Türkistan’dan Balkanlar’a uzanan “Büyük Türk Birliği” ufku üzerinden de, günümüzde diri tutulması gereken kültürel köprülere yönelik önemli bir hatırlatmada bulunuyor. Zira Oğuzlar’ın Afşar koluna mensup bir Türkmen obasında dünyaya gelen, İran’da hükmeden ve zamanında Sultan Mahmut’a “Ceddimiz birdir, münasip olan savaşmamız değil sulh olmamızdır.” minvalinde önemli bir mektup yazan Nadir Şah’ın Büyük Türk Birliği noktasındaki tarihî mücadelesi; bugüne önemli bir ışık tutuyor.  

Çalışma, Güney Azerbaycan Türkü, millî aktivist, yazar ve şair Mesut Haray ile gerçekleştirilen dramatik bir söyleşi ile sona eriyor ve “Bir Sürgün Hikayesi” başlığı ile okura sunulan kısımda; Güney Azerbaycan’da bir Türk olarak yaşamanın ve üretmenin zorlukları, Ankara’ya göç etmek durumunda kalan Haray üzerinden resmediliyor.

Açıkçası böylesi bilgilendirici bir çalışma, konum sahibi bir akademisyen tarafından kaleme alınmış olsa idi bireysel olarak bu kadar etkilenmeyebilirdim. Paylaşılan değerli verileri okur ve ilerlerdim. Ancak bu çalışmanın, daha doğrusu bu yanışın; gençliğimizin bir varlık sunumu olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle de bu tarz samimi heyecanlar taşıyan araştırmaların, gençliğin taşıdığı üretken dinamizmi temsil etmesi bakımından son derece gurur veren, mutlu eden örnekler olduğuna kanaat getiriyor; çalışmayı basan Yüzde İki Yayınları’nın da gençliğin taşıdığı haklı heyecanları ve nitelikli üretimleri yüreklendirmesi bakımından içten bir teşekkürü hak ettiğini düşünüyorum...

Yazarın Yazıları