Gezgin dünyasında bu ay sizi bambaşka bir kıyıdaküçük bir gezintiye götürmeye karar verdim. Bugün Portekiz’in ikinci büyük kenti olan Porto’ya misafir olacağız. Lizbon’a kıyasla küçük ve samimi, kendine has bir havası ve diğer tüm şehirlerden farklı bir rengi olan Porto, Güney Avrupa’nın en güzel şehirlerinden bir tanesi. Gezintiniz sırasında bambaşka bir ülkede olduğunuzu hissetmeniz kaçınılmaz, Porto adeta zengin tarihini açıkça gözler önüne seren,kültürel zenginliğiyle her bir detayında misafirlerini büyülemekten kaçınmayan eşsiz bir liman kenti. Şehirlerin bende bıraktığı hissiyatlara birer renk verecek olsaydım, Porto’nun rengi kahverengi olurdu sanırım. Ama iç karartan bir kahve değil bu. Kendine has, biraz otantik; zihnimde bazen yorucu olan yokuşlarıyla canlanan, ama her sokağında bambaşka bir hikayesi olduğunu düşündüğüm o güzel şehir. Sokaklarında gezinirken mutlak suretle gözünüze çarpacak olan duvarlara yapılmış grafitiler bile, sizi şehrin havasına kolaylıkla adapte ediyor olacak. Bir an olsun şehrin içerisindeki hikayeden ayrılmanıza izin vermeyen, nostaljik tramvayıyla sanki kendi kendini tamamlayan ve şehrin içinde yapacağınız gezinti sayesinde sizi bambaşka bir zamana götüren bu şehri, Macaristan’da olduğu gibi iki yakaya ayıran muhteşem bir köprüsü var. Eiffel kulesini tasarlayan Gustave Eiffel’in eseri olan ve gece ışıklandırması ile birbirinden farklı renklere bürünen bu meşhur köprü ise sizlere bazen İstanbul Boğazı’nı hatırlatıyor olacak.
Gezilecek en güzel noktalarından bahsetmeye başlarken, her ne kadar şehri beni içerisine aldığı büyüleyici etkisiyle anlatsam da, şehir hayatını sevenler ve yüksek binalara aşık olanlar için hayal kırıklığı yaratabilir ve Lizbon’u tercih etmelerine sebep olabilir. Ama sizler de nostaljiden hoşlanıyor ve tarih içerisinde kaybolmayı seviyorsanız, Porto sizi de etkisi altına alıyor olacaktır. Yılın yarısından çoğunda havanın kapalı olduğu Porto’ya güneşli günler görme umuduyla gitmenizi tavsiye etmem, özellikle de Eylül ayından sonra gidiyorsanız beklentiye girmeden gidip, yağmurun ardından güneşin size yapacağı sürprizi beklemek en güzeli olacaktır. Havanın yağmurlu olduğu zamanlarda dahi sıcaklık genel olarak yüksek olacağı için, yağan yağmur da gezinize ayrı bir nostaljik hava katacaktır. Güneşin içinizi ısıttığı küçük anların tadını çıkarırken, bir yandan da güzel anılara sahne olacak pozlarınızı verebilirsiniz.
Neresinden başlasam diyenler için ise mutlaka uğramanız gereken birkaç lokasyondan bahsedeceğim, çevrimdışı haritalarımız hazır mı? Gezeceğimiz yerleri işaretlemeye bu hafta da devam ediyor muyuz? Unutmayın, tekrar seyahat edebiliyor olduğumuzda bu haritalar işimizi oldukça kolaylaştıracak.
Öncelikle şehrin tam merkezindeki Porto Katedralinin sade yapısına şahit olup, Katedralin biraz ilerisinde bulunan o büyük ve ünlü Porto yazısının önünde mutlaka bir poz vermelisiniz. Cam kubbesiyle dikkat çeken Avrupa’nın görkemli borsalarından biri olan Borsa Sarayını ziyaret etmek, Portekiz tarihini 20bin kare seramik ile gözler önüne seren Sao Pao Tren İstasyonunu’nda hiçbir şeyin kusursuz olamayacağı bakışıyla yanlış dizilen karoyu aramak, Harry Potter’ı size hatırlatacak nostaljik havasıyla Avrupa’nın, belki de dünyanın en güzel kütüphanesinin (LivrarioLello e Irmao) merdivenlerinden çıkarken kitapların kokusunu içinize çekmek ve belki bir tanesini satın almak, mezar odasının cam zemininden binlerce insan kemiğinin istiflendiğini görebileceğiniz kilisesine uğramak, Clerigos Kulesi’ne çıkarak (240 basamaklı ve oldukça dar merdivenlerden çıkmayı göze alabilirseniz) şehrin manzarasının tadını çıkarmak, Riberia Meydanı’nda kahvenizi yudumlarken eşsiz manzaraya Fado müziğiyle eşlik etmek, karanlık çöktüğünde ise Ponte Dom Luis köprüsünün ışıltısı önünde bir fotoğraf çekilmek gerek.
Gelelim şehir içi ulaşıma, tüm bu yerleri gezerken yazının başında da bahsettiğim yokuşlar elbette sizi yoracaktır ama her biri yürüyerek ulaşabileceğiniz kadar yakın mesafelerde. Yorulduğunuz noktalarda ise size şehrin o meşhur nostaljik tramvayını ya da bazı yerlerde yolunuzu kısaltacak teleferikleri kullanmanızı tavsiye ederim.
Portekiz geleneksel mutfağı sizleri bol domatesli, pirinç, balık ve çeşitli deniz ürünleri ile pişirilen tatlarla karşılayacaktır. Domatesin yanında Portekiz mutfağının vazgeçilmezlerinden bir diğeri ise zeytinyağıdır. Sonbaharda ise bizde de olduğu gibi sokaklarda kestane bulmak çok olağandır. Her sokağında mutlaka karşılaşacağınız tazecik meşhur tatlısı Pastel de Nata’yı denemeyi sakın unutmayın! Hatta bu yumurtalı minik tartlar; köprüden karşıya geçip şarap bölgesine vardığınızda, Porto’nun o meşhur veyıllanmış şarap fıçılarının içerisinden çıkan tatlı mı tatlı şaraplarına da eşlik edebilir.
Şehirde yaşayanlara gelecek olursak, köprüye baktığınızda aklınıza gelecek olan İstanbul manzarası sizi sakın yanıltmasın. İstanbul kalabalığının ve insanlardaki bir yere yetişme, acele etme halinin yerini Porto’da; sakinlik ve hayatının her anından keyif almaya çalışan insanlar alıyor olacak. Tanıştığınız kişilerde ise dikkatinizi çekecek en büyük husus soyadlarının uzunluğu olacaktır. Hatta çoğu zaman kısaltmalarını kullanırlar çünkü genel olarak hem annelerinin hem babalarının soyadlarını alırlar ve bu sebeple isimleri çok uzundur. Kültürel anlamda sahip oldukları en değerli özellik ise tarihlerini, kültürel yapılarını, doğalarını korumaları ve bugünlere taşımış olmaları diyebiliriz.
Harika yemeklerini tatmak, kendine has işlemeleri olan hediyelik eşyalarından birer anı oluşturmak, belki hediyelik minik bir çini satın almak, muhteşem manzarasında şarabınızı yudumlarken güzel hayallere dalmak isterseniz, Porto’yu mutlaka ziyaret edin derim. Şehri gezdikten sonra ise Portekizliler’den kültürümüze ve tarihimize sahip çıkmanın ne kadar değerli olduğunu ve bunları korumanın sunduğu muhteşem keyfin tadını çıkarmayı öğrenirken, tüm bunları aklımızın ve kalbimizin bir kenarına işleyerek sıradaki rotamızı oluşturabiliriz.