Karşılaşmalar İçin Bir Alan: İstanbul Berlin

  • Güncelleme: 22.09.2021 23:13
  • Okunma: 1473 kez
  • Yorum: 0
Karşılaşmalar İçin Bir Alan: İstanbul Berlin

Her ay farklı bir şehre ya da ülkeye konuk olduğumuz bu köşeyi bu ay Avrupa’nın en gelişmiş ülkelerinden biri olan ve her ziyaret ettiğimde beni kendine has kanunları ve düzeni ile etkilemeyi başaran Almanya’ya ayırmak istedim. Bunu yaparken de Almanya’yı, tarihsel geçmişimizi, benzerlik ve farklılıklarımızı, kültürlerarası etkileşimimizi ve daha birçok detayı benden daha iyi aktarabileceğini düşündüğüm, istanbulberlin.com sayfasının kurucusu Sedef İlgiç’i konuk etmek istedim.

Sedef İlgiç kimdir?

Selamlar! Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldum. Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler programında yüksek lisansımı tamamladım. Yayıncılık sektöründe çalıştığım on sene boyunca editörlük ve edebiyat ajanlığı yaparken Yoko Ono, Eileen Myles, Muriel Rukeyser, James M. Cain, Stephen Chbosky’nin aralarında bulunduğu on beşin üzerinde yazarın kitaplarını İngilizceden Türkçeye çevirdim.

İstanbul’daki hayatıma Berlin’de Almanca öğrenmek üzere yedi aylık bir ara verdim. İstanbul’a döndüğümden beri kültür sanat alanında röportaj yapımcısı olarak çalışıyorum. Geçen sene istanbulberlin.com’u kurarak bir hayalimi gerçekleştirdim.

Bildiğin üzere gezgin dünyasında her ay farklı bir ülke ya da şehirden, o ülkenin kültüründen, Türk kültürü ile arasındaki benzerlik ve farklılıklardan bahsediyoruz. Bunları yaparken sıra Almanya’ya geldiğinde, bir karşılaşma alanı olarak ortaya çıkardığın istanbulberlin’i tanımak, burada neler icra edildiğini öğrenmek istedik. Bizlere biraz istanbulberlin’den bahseder misin?

Teşekkür ederim. Türkiye ile Almanya arasında yoğun bir kültürel etkileşim var. istanbulberlin de bu etkileşimin sanattaki yansımasını mercek altına alan bir kültür sanat platformu.

istanbulberlin’i ortaya çıkarırken özellikle bu iki şehri seçmenin sebebi neydi?

İstanbul da Berlin de benim en sevdiğim şehirler olmalarının yanı sıra, ülkelerini temsil niteliği taşıyan şehirler. Çok renkli, çok kültürlü ve kültür sanat ortamını besleyen şehirler. istanbulberlin bu şehirlerden ilham alıyor.

Bir paylaşımında Ender Sarıcı’nın notalara bir Türkiyelinin basmasıyla Alman’ın basması arasındaki farka değindiğinden bahsetmiştin. Bu bağlamda müzik, resim, tiyatro gibi sanatsal alanlarda Almanlar ve Türklerin buluştukları ortak noktalar var mı? Berlin’de hayat sanatsal ve sosyal olarak İstanbul’dan farklı nasıl ilerliyor?

Bu alıntı Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün desteği ile Stuttgart’ta yaşayan DJ arkadaşım Nazlı Sağdıç Pilcz ile birlikte gerçekleştirdiğimiz #60JahreMusik projemizden. Bu projeyi bu senenin Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının 60. Yılı dolayısıyla hayata geçirdik. İki bambaşka kültür arasında bu anlaşma ile “sahte bir evlilik” yaşanmış. Elbette kültürel farklılıklar var ama böylelikle kültürler birbirine karışmış, karma bir kültür ortaya çıkmış. Örneğin Anadolu müziğinin Almanya’daki yolculuğu onu bambaşka bir noktaya taşımış. Bu tüm kültür sanat alanları için geçerli.

Ben Berlin ve İstanbul’daki sosyo-kültürel hayatı karşılaştırdığımda ikisinin de eşit derece renkli olduğunu düşünüyorum. Ancak Berlin’de bir yerden bir yere gitmek, kültür sanata erişim (tıpkı nerede olursanız olun birkaç metro durağı sonra doğaya varabilmeniz gibi) erişim daha kolay.

İstanbul ve Berlin’i insanların yaşayışları ya da konuştukları diller üzerinden ele alacak olursak benzerliklerimiz ve farklılıklarımız neler? İstanbul’daki gündem ile Berlin’in gündemi ya da insanların bakış açıları ne gibi değişiklikler gösteriyor?

Almanya’da İngilizce çok daha yaygın konuşuluyor, hatta bu şehirde Almanca öğrenmek İngilizce bilen biri için bu nedenle zor. Sokakta yürürken birçok farklı dili kolaylıkla duyabiliyorsunuz. İstanbul’da Türkçe bilmeden gezmek o kadar kolay değil ve Türkçe dışında dilleri belli muhitlerde daha yoğun duyabiliyorsunuz.

Sanırım bakış açısı konusunda İstanbul’da biraz daha herkesi/her fikri kalıplara sokarak düşünmeye çalışıyoruz. Berlin’deyse çok alışılmadık bir kıyafetle dolaşanlara bile kimse dönüp tekrar bakmıyor mesela.  Berlin bu açıdan biraz daha özgür geliyor bana.

Berlin’de mutlaka görmemiz gereken yerler listesi yapacak olsak, bizlere nereleri önerirsin? Özellikle şurayı görmeden dönmeyin dediğin bir yer var mı? Her ay olduğu gibi çevrimdışı haritalarımızda konumları işaretlemek üzere hazır bekliyoruz.

Berlin’i yaz aylarında ziyaret etmenizi ve Tempelhofer Feld’e uzun ziyaretler yapmanızı öneririm. Burası Berlin’in eski havaalanını. Benim için burası ütopik çünkü olduğu gibi korunmuş, şehrin göbeğinde alabildiğine düz bir alan, üzerine hiçbir inşaat yapılmamış. Halk bu koruma kararını vermiş ve bunun temel nedeni şehrin doğal flora ve faunasını korumak. Gerilla bostan olarak herkese açık bir kısmı var, geniş çimenlikler ve eski uçuş pistlerinde herkes türlü çeşitli tekerlekli araçla geziyor, uçurtma uçuruyor, frizbi oynuyor. Piknikler, gün batımları, bisikletle turlamak için muhteşem bir yer.

Berlin, hatta Alman mutfağı hakkında neler söyleyebiliriz? Almanya’da çok sık karşılaştığımız dönerciler dışında Türklerin Alman mutfağına kazandırdığı farklı tatlar var mı? Ya da aksine Almanya’dan Türkiye’ye gelen ve Türk mutfağında yer edinmiş lezzetlere rastlamak mümkün mü?

Alman mutfağının patates, lahana ve etten oluşan bana pek hitap etmeyen menüleri var genellikle. Almanlar yemeğe çıktıklarında da dünya mutfağı yiyorlar. Türkiye’den farklı olarak dünya mutfağı yemek uygun fiyatlı. Türk mutfağındaki tüm yemekleri yiyebileceğiniz restoranlar da var. Almanya’daki döner nasıl ki değişim geçirmişse (soslu ve bol salatalı sunumu da etin tadı da farklı) başka Türkiye’den lezzetler orada başka bir boyuta dönüşüyor. Vegan beslenmeye uygun etsiz çiğ köfte çok rağbet görüyor örneğin. Almanya’daki Türklerin Hint mutfağındaki “mango lassi”ye karşılığı “mango ayran” mutlaka denenmeli hatta Türkiye’ye de gelmeli.

60’lı yıllarda Türkiye’den Almanya’ya yapılan göç Almanya’daki Türk nüfusunu oldukça arttırmış durumdaydı ve şu anda 3 nesle ulaşmış olan Türk nüfusunun Almanya’daki yoğunluğundan bahsetmek hala mümkün. Türkler ve Almanların birlikte yaşamanın getirisi olarak, birbirlerinin yaşayışlarına ya da kültürlerine katkıda bulundukları noktalar hakkında neler söyleyebiliriz?

Bu soruyu da şu an gecem gündüzüm olan #60JahreMusik projemiz kapsamında yanıtlamak isterim. 1961 yılından itibaren Almanya’ya göç eden işçiler, elbette kültürlerini de beraberlerinde götürdüler. Önce işçi yurtlarında arkadaşlar arasında eğlence için yapılan müzik, daha sonra konserlere dönüştü, derneklerin geceleri, düğün müzisyenliği sektörler oluşturdu. Alman plak şirketleri Türk sanatçılarla çalışmayınca albüm yapma işini de Türkler üstlendi, Almanya’da plak şirketleri kuruldu. Unkapanı Almanya’daki bu müzik piyasasının farkına vardı, Almanya’daki müzisyenler arasında kaset furyası başladı. Kasetler iş yapıyordu çünkü gurbetçi arabada kaset dinliyordu, plağa göre daha pratikti. Sonra Türkiye’den sanatçıların Almanya turneleri başladı. Almanlar bu büyük müzik piyasasını değerlendiremediler. Öte yandan bu süreçte Almanya’ya yalnızca işçi olarak değil aynı zamanda yalnızca teknik imkanlardan yararlanmak ve albüm kaydetmek için ya da siyasi nedenlerle gidenler de vardı. İlk zamanlarda tüm bu müzik piyasası, Alman müzik piyasasına paralel gerçekleşti ve önemli bir ekonomik yansıması vardı. Dolayısıyla o günlerde gerçekleşmeyen kültürel etkileşim, bugün üçüncü kuşağın ilgisiyle gerçekleşiyor. Almanya’da Türkiye’den gelen müziğin kurumsallaşmasıyla ilgili hala adımlar atılıyor. Bir başka önemli nokta Almanya’daki hip hop kültürünün oluşumu ve göçün bu kültürdeki önemli etkisi. 90’lara gelindiğindeyse, ırkçılığın yükselişiyle birlikte yaşanan korkunç olaylara karşı tepkiler müzikte de yankısını buldu. Türkiye kökenli ikinci kuşak, Amerika’dan dünyaya yayılan hip hop kültürünü benimsedi. Türkçe rap Almanya’dan yalnızca Cartel ile Türkiye’ye değil, aynı zamanda dünyaya yayıldı. Bugün bu etkiler sürüyor.

 

Göçmenlerin Berlin’deki hayatı ve oraya alışma süreçleri, ya da orada bıraktıkları izler hakkında senin gözlemlerin neler?

1961’de gidenler açısından bugünkü gibi dil kursu imkânları, adaptasyonu kolaylaştıracak süreçler gelişmemişti. Onlar da kalmak üzere gitmemişlerdi. Ancak bugün şehre yeni göç edenler için bu alışma süreci biraz daha rahat gibi görünüyor. Bence Almanya’da beyaz Alman olmayanlar için yaşaması en rahat şehir Berlin.

Yapılan göçler ve bu göçlerin sanatçılar üzerinden ele alındığı, göçmen sanatçıları ağırladığınız ve keyifli anılara zemin hazırlayan istanbulberlin’in de ilk etkinliği olan “Frühstück Alla Turca” dan bizlere bahseder misin?

Memnuniyetle :) Havanın güzel, katılımcıların ve Berlin basının ilgisinin yoğun olduğu açık hava etkinliğimizde, karşılaşmalar için ilk fiziki alanımızı açmış olduk.

Konukların Türk kahvaltısı eşliğinde müzik dinleyebileceği, farklı fikirlerle karşılaşabileceği, ezber olmayan bir diyalog için alan açacak şekilde hayal ettiğimiz etkinliğimiz gerçek oldu. Kültür ve sanatı bir araya getiren, her kesimden ve yaştan insanın keyif alabilecek bir yan bulabileceğine inandığımız şekilde bir program hazırlamıştık. 

Frühstück Alla Turca, Berlin Başkonsolosumuz Rıfkı Olgun Yücekök’ün katılımıyla gerçekleşti. DJ Funshine’ın açtığı etkinliğimizde misafirler kahvaltılarını yaparken göçle bağlantılı müzik hikâyeleri dinlediler. Başak Yavuz ve Kabus Kerim’in katıldığı söyleşi sonrasında program Kabus Kerim’in hep bir ağızdan şarkılara eşlik ederken dans ettiğimiz DJ performansıyla son buldu.

Almanca öğrenmek amacıyla Almanya’ya gittiğinden ve bir süre orada yaşadığından bahsetmiştin, Almanca öğrenmek isteyenlere ne gibi yollar önerirsin?

İngilizce aldıkları yanıtlara inat Almanca konuşmaya çalışsınlar. Ben sürekli radyo dinledim. Yemek yaparken, yemek yerken, bisiklete binerken… Ayrıca kursta verilen ödevler dışında “rosetta stone” ve “duolingo” gibi programları bitirdim. Filmleri Almanca izledim. Kendime “her şeyi anlamam gerekmiyor,” kuralı koymuştum, bana yardımı oldu. 

10 yıl sonra istanbulberlin’i nerede görüyorsun?

10 yılı gerçekten bilmiyorum ama önümüzdeki yıldan itibaren #60JahreMusik gibi birçok projeye ev sahipliği yapan bir platform olarak yoluna devam etmesini isterim. Bu yolda birlikte yürümek isteyenlerin [email protected] mail adresinden benimle iletişime geçmesi yeterli.

istanbulberlin’e yer verdiğiniz için teşekkür ederim.

Anahtar Kelimeler: