SICACIK BİR ŞEHİRDE KEYİFLİ BİR YOLCULUĞA VAR MISIN?

  • Güncelleme: 25.06.2021 22:09
  • Okunma: 1447 kez
  • Yorum: 0
SICACIK BİR ŞEHİRDE KEYİFLİ BİR YOLCULUĞA VAR MISIN?

Bana Avrupa’nın en sıcak şehri hangisi diye sorsalar, kuşkusuz Barselona derdim. Daha İspanya’ya adım atmadan önce, o sıcacık iklimi ve o iklimin insanlarını hayal edebiliyorken, ülkeyi ziyaret ettikten sonra tüm bunları daha da iyi anladım. İklimi dışında; sıcaklığıyla içinizi ısıtacak insanlarıyla, etrafınızdaki samimiyeti, yardımseverliği ve sevgiyi hissettikçe size iyi ki gelmişim dedirtecek bir ülkeden bahsediyoruz. Londra ve Paris’ten sonra Avrupa’nın en çok ziyaret edilen üçüncü şehri, İspanya’nın ise ikinci büyük şehri olan Barselona’da bir gezintiye çıkacağız bu ay. Bu gezintimizde İspanyollardan, onların kültürlerinden ve benzerliklerimizden bahsetmeyi de ihmal etmiyor olacağız.

Barselona; tarihi yapılarıyla, hatta 9 ayrı Unesco Mirası listesi ile göz kamaştıran, bakışlarınızı etrafınızdan ayıramayacağınız ve belki de seyahatiniz sırasında sizlere gezilip görülecek yerlerin hepsini göremeyeceğiniz endişesini yaşatacak olan nadir şehirlerden bir tanesi. 7/24 hayat ve enerji dolu bu şehirde hangi yana baksanız bir tarihi eser, sanatsal bir yapı sizi selamlıyor olacak. Her ay olduğu gibi bu ay da çevrimdışı haritalarımızı açıp görülecek yerleri işaretleyelim diyeceğim fakat, diğer aylarda bahsettiğimiz ülke ya da şehirlere kıyasla; bu şehirde adım attığınız her sokakta ayrı bir eser görüyor olacağınız için haritaya bakmaya çalışmakla vakit kaybetmeyip şehrin tadını çıkarmanızı öneririm.  Geziniz biraz spontane gelişebilir ama her yeri tüm detayları ile görmek istiyorsanız ve bunun için çokta uzun bir zaman ayırmadıysanız (ki şiddetle ayırmanızı tavsiye ederim.) size “Free Walking Tour”lara katılmanızı öneririm. İsteğiniz doğrultusunda tur sonunda verebileceğiniz küçük bir bahşişle gönüllü olarak size şehri gezdirecek olan bu küçük ekiplere katılarak, şehrin her köşesinden farklı hikayeler dinleyebilir, şehirle kolaylıkla tanışabilirsiniz. Avrupa’nın hemen hemen tüm şehirlerinde bu turlara rastlamanız mümkün, ben gittiğim çoğu yerde katılıyorum ve şimdiye kadar sadece bir ya da iki sıkıcı turla karşılaştım. Bazı şehirlerde gece/gündüz farklı temalarda turlar da olabiliyor, mutlaka bir araştırın ve deneyimleyin derim. Gittiğiniz şehrin isminin yanına Free Walking Tour yazıp internette aratarak hızlıca ulaşabilirsiniz.

Gel gelelim Barselona’ya… Bence şehrin en büyük özelliği sizi ne yapacağınıza ya da nereyi önce göreceğinize karar verme konusunda çıkmaza düşürmesi olacak. Görülecek o kadar güzel yerler var ki, kaç gün kalırsanız kalın yine de seyahatiniz sonunda keşke biraz daha vaktimiz olsa diyeceğinize eminim. O sebeple eğer imkânınız varsa şehre en azından 3 günün üzerinde bir vakit ayırmanızı öneririm.

Barselona; gastronomisiyle, sanatıyla, turizmiyle, plajlarıyla, spora verdiği değer ve dünyanın en iyi futbol kulübüyle her insanı bir kenarından büyüleyecek farklı noktalara aynı anda hitap eden bir şehir olarak çıkıyor karşımıza. Herkesin kendinden bir şeyler bulacağına emin olduğum bu güzel şehir, bir tarafta gotik sarayları, antika mağazaları ile dolu olan ve sizlere dar sokaklarının yanı sıra bir labirentteymişsiniz hissi yaratacak olan gizemli geçitlerden oluşan Barri Gotic, diğer tarafta ise bir o kadar popüler, oldukça kalabalık mekanlara ev sahipliği yapan ve Kristof Kolomb’un parmağıyla Amerika’yı işaret etmesinin istendiği, fakat yönünün bir o kadar şaibeli olduğu o ünlü heykelini görebileceğiniz La Rambla caddesi ile sizleri karşılıyor olacak. Bu bölgeleri ziyaret etmeden dönmeniz sanıyorum mümkün olmayacaktır. Kültürel bir gezi hayal edenler için Gaudi, Picasso, Dali ve Miro gibi birçok sanatçının eserleri öne çıkarken, gastronomi meraklılarını ise; büyük pazarı, muhteşem ürünleri ve restoranlardaki eşsiz lezzetleri yanlarında birer kadeh şarap eşliğinde bekliyor olacak. Özellikle yöresel lezzetleri tatmak isteyenler için ziyaret edilmek üzere bekleyen büyük pazar Mercat de la Boqueria en çok ilgimi çeken yerlerden bir tanesiydi. Yiyecek içecek anlamında sizlere birbirinden farklı ve taze seçenekler sunan bu büyük pazar yeri, deniz ürünlerine karşı ön yargılı değilseniz ve buzların üzerinde hala hareket etmeye çalışan bir yengeç görmenin sizi üzmeyeceğini düşünüyorsanız harika şeyler bulabileceğinize inandığım yerlerden bir tanesi. Akdeniz’de bulunması sebebiyle deniz ürünleri ile ünlü bu şehirde, içerisinde deniz ürünü bulunmayan yiyeceklerle karşılaşmak oldukça zorken, Tapas gibi ufak atıştırmalıklarla (bizdeki tabiriyle meze yerine de geçebilir.) birkaç saat idare edebilir, ünlü safranlı pilavı Paella’yı tadabilir ya da Gazpacho çorbasını deneyebilirsiniz. Ama tüm bunların dışında Katalanların en sevdiğim özellikleri öğünlerinin sıklığı ve gece geç saatlere kadar uzayan yemekleri oldu. Yemek yemenin keyfini çıkartıyor, adeta tadına varıyorlar. Peki ya Churros? Avrupa’nın her köşesinde, hemen hemen her şehrinde ünlü tatlılara sıra geldiğinde şekerli hamurun farklı şekillere bürünmüş varyasyonları ile karşılaşıyoruz. Churros’ta bunlardan bir tanesi. Günümüzde Türkiye’de de bulup tadabileceğiniz Churros’u yine de İspanya’da tatmadan dönmemek gerek sanırım.

Bir diğer yandan, tam karşısına geçtiğinizde bu büyüklükte ve bu kadar detaylı bir eserin yapımının 140 yıldır tamamlanmamış olmasına şaşıracağınız Sagra da Familia’dan uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Gaudi’nin en önemli eserlerinden olan Park Guell’i ise görmeden dönmek gibi bir hataya kapılmayın derim. Daha ülkeyi ziyaret etmeden beni oldukça heyecanlandıran, kırılmış seramiklerin bile yapılırken bu kadar ünleneceklerini tahmin etmedikleri bu park, içine girdiğiniz andan itibaren size kendinizi harikalar diyarında hissettirecek. Seramiklerin renkleri ve etrafınızda görebileceğiniz tüm yerlerin bu renklerle bezenmiş oluşu, enerjinizi arttıracak unsurlardan biri olacak. Bu park bizler için her ne kadar mutlaka ziyaret edilmesi gerekenler listesinde yer alan özel bir yer olsa da, çoğu yerlinin sabahları koşu ve yürüyüş yapmak için kullandığı doğal bir alan ve normal bir park niteliğinde. Elbette ki o ünlü kertenkele heykelini görmek için parkın ücretli kısmına giriş yapmanız gerekiyor fakat günlük bir yürüyüş için de girseniz parkın büyük bir bölümünü ücretsiz olarak ziyaret edebiliyorsunuz. Eğer sabahın çok erken saatlerinde parka giriş yaparsanız belki tüm parkı ücretsiz olarak bile gezebilirsiniz.

Şehrin en canlı ve gözde yerlerini ziyaret ettikten sonra akşamüstü hoş vakit geçirmek ve muhteşem dans gösterilerine tanık olmak için Montjuic tepesine uğramayı unutmayın. 173 metre rakımlı oldukça geniş bir arazi fakat yürümeyi sevenler ve Barselona’yı en tepeden görmek isteyenler için sanıyorum sorun oluşturmayacaktır.

Sokaklarında kaybolurken her an bir kutlama ile karşılaşabileceğiniz ve kendinizi birbirinden farklı festivaller içerisinde bulabileceğiniz bu şehrin, insanları da bir o kadar renkli ve sevecen.

Geç kalmaya bayılan, bunu hayatlarının bir parçası ve olağan bir durum haline getirmiş olan, hem Fiesta hem de Siesta’nın tadını çıkaran, gerek sanatıyla gerekse futboluyla tutku dolu bir şehir olan Barselona’da asla zorluk yaşamayacağınızı düşündüğüm en önemli konulardan bir diğeri ise iletişim. Yabancı dili olmayanlar, ya da yabancılarla iletişim kurma konusunda sorun yaşayan, zorlanan kişiler için endişeye mahal vermeyen ve yabancı dil bilmenizi gerektirmeyen bir şehir olduğunu büyük bir içtenlikle söyleyebilirim. İspanya’ya hele ki Barselona’ya gidiyorsanız endişe edeceğiniz en son şey insanlarla iletişim kurmak olsun. Yeter ki bir yeri bulmak isteyin ya da birine herhangi bir lokasyon sorun; insanlar size yardımcı olmak için ellerinden gelenin fazlasını yapıyor olacaklar. Aynı dili konuşamasanız da jest ve mimikleriyle sizlere yolu tarif etmenin bir yolunu bulacaklardır. Bu durumun Türkiye’de de benzer şekilde gerçekleştiğini düşünecek olursak, Akdeniz ikliminin kültürel bir aktarımı olarak görebiliriz.

Bu kültürel sıcaklığın getirileri aslında konuşma diline de yansımış durumda. İspanyollar sevgilerini ifade ederken beden dilini sevginin yoğunluğunu aktarmada bir araç olarak kullanıyorlar. Beden dilinin yanı sıra günlük konuşmaları sırasında da örneğin biz bir şeyin güzel olduğunu belirtirken “çok güzel” derken, onlar “çok çok çok güzel” diyerek güzelliği betimliyor ve hislerine daha fazla duygu yüklediklerini düşünüyorlar. Bunun yanı sıra ilişkilerinde de samimiyeti ve yakınlığı ön planda tutan bir toplum ve çoğunlukla kişisel alan ya da bireysellik yerine, yakın temas ve bir arada olunan kalabalık ortamları tercih ediyorlar. Bilinmesi gereken bir diğer detay ise İspanyolların isimlerinin çok ama çok uzun olması. Çünkü hem annelerinin hem de babalarının soy isimlerini alıyorlar.

Barselona belki de benim için uzun bir Avrupa seyahatinden sonra, insanlarının sıcaklığıyla bizim toplumumuza benzerliğinden olsa gerek kendimi biraz olsun ülkemde hissettiğim bir yer oluşuyla da ilişkilendirerek çok sevdiğim bir şehir oldu. Beni Avrupa’nın diğer şehirlerine kıyasla en çok kucaklayan ve mutlu hissettiren şehirlerinden bir tanesiydi. Bir önceki yazımızda şehirleri renklerle eşleştirmiştik hatırlarsanız. İspanya’nın bir rengi olsaydı; aynı bayrağında olduğu gibi sarı ile kırmızının bir birleşimi tadında, sanıyorum turuncu olurdu… Turuncu kadar sıcak, enerjik ve dikkat çekici. Dilerim sizlerin de bir gün bu sıcacık şehri ziyaret etme, anlattıklarımı yerinde yaşayarak ve deneyimleyerek görme, yerlileriyle tanışma ve kültürlerini daha yakından tanıma fırsatınız olur…

İlayda Buse Çelik

Anahtar Kelimeler: İtalya, Gezi