Eğitimin, gençliğin ve toplumun ihyasında vazgeçilmez bir ‘sosyo-kültürel ihtiyaç’ olduğunu belirten Doç. Dr. Mustafa AYDIN; bu sahanın sektörel boyutuna da profesyonel bir gözle bakmak gerektiğinin altını çizerek “Eğitim, aynı zamanda ‘ekonomik bir üs’tür!” diyor…
Pandemi dönemindeki eğitim sürecinin farklı bir dil taşıdığını ancak çağın bize yaşattığı ve yaşatacağı hızlı değişimlere uyum sağlayabilmek bakımından önemli bir deneme olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Mustafa AYDIN, 2021-2022 Eğitim-Öğretim Yılı ile ilgili temennilerini ve öngörülerini gazetemizle paylaştı…
“Pandemi, Değişen Koşullara Hızlı Uyumlanabilmede
Önemli Bir Altyapı Testi Oldu.”
Pandemi dönemi ve bu ağır süreçte yaşanan tam kapanmanın eğitim alanına getirdiği ani zorunluluklar, bütün dünyanın aynı anda yaşamak durumunda olduğu farklı bir deneyim oldu. Bu ağır tablodan gerek sağlık, gerek ekonomi, gerekse bireysel ve sosyal psikoloji bakımından tüm toplumlar etkilendi ve yaşanan ciddi tehdit çerçevesinde eğitim alanında da “çevrim içi” bir kültür oluştu. Bir anda yüz yüze kalınan bu mecburiyete seri uyumlanabilme kapasitesi de, çağın gerekliliklerine hazır olmak bakımından önemli bir ölçüt oldu. Zira böylesi süratli değişimlere ne denli uygunluk gösterilebildiği; kurumların bir altyapı testi, performans ölçümü olarak işlev gördü.
İstanbul Aydın Üniversitesi ve bağlı bulunduğumuz tüm eğitim kurumları ile birlikte biz de söz konusu sürece süratle uyumlandık ve pandemide tüm derslerimizi çevrim içi olarak eksiksiz gerçekleştirip, sınavları da aynı şekilde çevrim içi uyguladık. Yerinde uygulama derslerimiz de zorunlu olarak ödev ya da proje şeklinde verildi. Ayrıca söz konusu sürece ilişkin ölçme değerlendirme çalışmaları da yürüterek, pandemideki çevrim içi eğitim sürecinde herhangi bir başarı düşmesi yaşanmadığını tespit ettik.
Elbette ki bu tip bir akıştan ziyade yüz yüze, birebir iletişime dayalı bir eğitim modeli çok daha sağlıklıdır ancak böylesi zorunlu bir süreçteki başarı değerlendirmesi de şüphesiz mevcut tablonun kendi şartları içerisinde, o düzene göre yapılmak durumundadır. Dolayısıyla da ani krizler karşısında devreye giren kurumsal esnekliğin ne denli önemli olduğunu, bir kez daha uygulamalı olarak görmüş olduk.
“Türkiye’nin En Büyük Vakıf Üniversitesi Olan İAÜ,
Yüz Yüze Eğitime Hazır.”
İstanbul Aydın Üniversitesi olarak 27 Eylül 2021 itibarıyla yüz yüze eğitime hazırız, sürece ilişkin tüm hazırlıklarımızı tamamlamış durumdayız. Bugün 500 bin metrekare açık, 200 bin metrekarenin üzerinde de kapalı alanımızla hem İstanbul’un kalbinde hem de Florya gibi prestijli bir mevkide faaliyet göstermekte; güçlü teknik altyapımızla, 300’e yakın programımızla, renkli sosyal iklimimizle, uluslararası eğitim kurumlarıyla olan 600’e yakın iş birliğimizle ve öğrenci değişim programlarımızla sadece Türkiye’nin değil dünyanın gözde eğitim kurumlarından birisi olarak çalışmalarımızı sürdürmekteyiz.
Dünyada ilk 1000’e giren, Türkiye’nin nadir üniversitelerinden birisiyiz ve ülkemizin en büyük vakıf üniversitesiyiz. Sanayi ile ciddi iş birliği yaparak, startup modelini bünyemizde etkin ve işlevsel kılarak ve sektörel bağlarımızı daima güçlendirerek ilerliyor; 2 binin üzerindeki akademik kadromuzla yaklaşık 40 bin öğrencimize kaliteli bir eğitim hizmeti sunuyoruz. Bugün 5.500 uluslararası öğrencimiz, 10 binlerce çözüm ortağımız ve 64 bin mezunumuz var. % 83.6 işe yerleştirme oranı ile ciddi fark yaratan bir kurumuz ve Türkiye’nin en seçkin multidisipliner teknoloji merkezlerinden bir olan Prof. Dr. Aziz Sancar Teknoloji Merkezi’yle, CNC (computerized numerical control) adı verilen dijital kontrol sistemleriyle donatılmış 27 adet temel tıp bilimleri laboratuvarımızla, Tıp Fakültesi Hastanemizle, 5 adet Diş Hekimliği Fakültesi Hastanemiz ve Ağız-Diş Sağlığı Merkezimizle, 3 adet kuluçka merkezimizle, dünyanın ilk ve tek markalaşma programı “Turquality” kapsamındaki üretimlerimizle çağın gereklerine uygun bir çizgideyiz. Ülkemizin eğitim alanında faaliyet gösteren tüm kurumları da, şüphesiz bu dinamizm ve yenilikçilik anlayışı ile yol almak durumunda.
İAÜ diplomaları, Avrupa Birliği ve Avrupa Yüksek Öğretim Alanı (EHEA) içerisinde yer alan ülkeler tarafından tanınmakta ve üniversitemizde tam burs imkanıyla, çift ana dal programı üzerinden aynı anda iki diploma sahibi olma imkânı sunulmaktadır. Ayrıca “yerinde uygulama” noktasındaki tavizsiz bakışımız sayesinde de mezunlarımız iş dünyası tarafından yüksek oranda tercih edilmektedir. Spordaki başarıları burslarla ödüllendiren, girişimci öğrenciler için fikrin ürüne dönüştüğü kuluçka merkezleri kuran inovatif bir vizyona sahibiz. Yeni açılan pilotaj programı ve Eğitim Fakültesi bünyesindeki müzik öğretmenliği programı gibi birçok yeni adımımız da söz konusu.
İAÜ bu önemli vizyonu, dinamizmi ve güçlü fizikî şartları ile yüz yüze eğitime her yönüyle hazır. Ayrıca Mühendislik Fakültesi, Hukuk Fakültesi gibi birçok fakültesi ile “ön lisans”, “lisans” ya da “lisansüstü” programı da % 100 doluluk oranına ulaşmış durumda…
“Türkiye’nin Tam Bağımsızlığı,
Teknolojiden Geçer!”
Bugün dünya, yapay zekâ kanalıyla insansız hava araçlarının trafik kurallarını oluşturmakla meşgulse; bizim yerimizde sayma ya da tabiri caiz ise günü kurtarma lüksümüz yoktur. Zira bugün Türkiye’nin tam bağımsızlığı, teknolojiden geçmektedir. Eğer günümüzde, insansız hava araçları bir kaza yaptığında hangi kurallar bütününe göre değerlendirme yapılabileceği belirlenmeye çalışılıyorsa; bizim de kendimizi ve akademik üretimlerimizi sorgulamamız kaçınılmaz demektir.
İAÜ olarak; Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’te Türkiye’nin ilk 5, dünyanın ise ilk 500 üniversitesi arasına girmeyi hedefliyoruz. Şu an ise Asya-Pasifik, Asya ve Avrupa reytinglerinde 250-300 bandında yer alıyoruz. Eğer aynı hızla ilerlersek, 2023 hedefimize ulaşacağımıza inanıyorum. Peki bu nasıl olur? Elbette planlama yaparak, net hedef koyarak ve bilimsel-teknolojik üretim gerçekleştirerek olur! Söz konusu hedefin, alternatif bir yolu yoktur. Bu nedenle de durmaksızın çalışmak, eğitim alanındaki tüm çalışma sistemlerimizi sürekli olarak güncellemek durumundayız.
İAÜ, öğrencilerini çağdaş değerlerle donatarak; kendini geliştirme yolunda eleştirel ve etik düşünme yeteneği kazanmış, lider kişilikli bireyler yetiştirmeyi ilke edinmiştir. Akademik eğitimin yanı sıra kişisel gelişim ve meslekî becerilerin artırılmasına da önem veren üniversitemiz, öğrencilerini geleceğin dünyasına tam donanımlı bireyler olarak hazırlamaktadır. Ayrıca eğitimde uluslararasılaşma konusunda geliştirdiği “eğitim diplomasisi” kavramıyla da Türkiye’nin öncü üniversitelerinden biri konumundadır.
Ülkemizde son 15 yıl içinde eğitime ciddi bir önem verilmiş, geniş düzeyde yatırımlar yapılmıştır. Yükseköğretimde verilen destekler, ar-ge teşvikleri, patentlerin artırılması yönünde ortaya koyulan gayretler, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK’ın çalışmaları son derece kıymetlidir ancak süreci sistemleştirebilme konusu hâlâ yakalanamamıştır. Zira asıl meselemiz, dönemsel olarak yakalanan ivmelerin sürdürülebilirliğidir. Bu anlamda güncel dünyanın olmazsa olmazı haline gelen “sürdürülebilirlik” kavramına, kendi çalışma alanlarımız açısından gerçekçi bir yaklaşımla somut içerik kazandırmamız gerekmektedir.
“Yükseköğretimde,
Mevcut Standardın Ötesine Geçmeliyiz!”
Türkiye’de bugün 200’den fazla üniversite bulunmaktadır ve bu kurumların mevcut eğitim standardı, devlet ya da vakıf üniversiteleri şeklinde ayrılmaksızın yükseltilmelidir. Zira eğitim, dünyanın en değişken sektörlerinden biridir ve dünyanın sürekli değişip geliştiği günümüzde eğitimin de bu süreçten geri kalmaması, hatta bu sürece öncülük etmesi gerekmektedir. Dolayısıyla da eğitim politikaları sürekli olarak gözden geçirilmeli ve özellikle de mevcut yükseköğretim standardı yükseltilmelidir. Ayrıca üniversitelerin kendi kaynaklarını kendilerinin yaratabilmesi de bir diğer önemli husustur.
Yeni dönemin en değerli varlığı bilgidir ve bilginin, inovatif yaklaşımlara sahip araştırma-geliştirme faaliyetleriyle yeniden üretilmesi gerekmektedir. “Endüstri 4.0” ifadesiyle kavramsallaştırılan yeni dönemde yapılacak akademik ve bilimsel çalışmalar; robotik, internet, kodlama ve benzer bilgisayar teknolojileri hakkında donanımlı ve multidisipliner anlayışa göre yetiştirilmiş insan gücüne ihtiyaç duymaktadır. Buna mukabil önümüzdeki dönem, eğitim sektörü için son derece büyük fırsatlara gebedir. Türkiye’nin toplam ihracatının 3’te 1’ine yakın bir miktarı hizmet sektöründen gelmektedir ve bu rakam içinde eğitim ekonomisinin ciddi bir payı bulunmaktadır. Türkiye’nin gelişim grafiğini gören, farklı bölgelerde yaşayan uluslararası öğrenciler; kaliteli yükseköğretim olanaklarını dikkatlice değerlendirip, eğitimleri için Türkiye’yi tercih etmektedirler. Bu durum da Türkiye’deki “eğitim ekonomisi” açısından büyük bir önem taşımaktadır. Söz konusu potansiyelin maksimum bir verimlilikle değerlendirilebilmesi için de devlet ya da vakıf üniversitesi diyerek ayırt etmeksizin, tüm üniversitelerimizin mevcut seviyenin üzerine çıkmaları gerekmektedir. Bu noktada dünyanın diğer üniversiteleriyle çeşitli alanlarda geliştirilen iş birlikleri artırılmalı, üniversitelerin kendi kaynak yaratımları güçlendirilmelidir. Eğitim olmadan ne kalkınma, ne adalet, ne de insan haklarında başarı göstermek mümkün değildir. Zira eğitim hem sosyo-kültürel bir ihtiyaç, hem de ekonomik bir üstür.
“Kıbrıs, Bir ‘Eğitim Adası’ Olacak!”
Eğitim; ABD, İngiltere ve Uzak Doğu coğrafyası başta olmak üzere birçok yerde ekonominin önemli bir kalemini karşılamaya başlamıştır. İşte biz de bu vizyonla İAÜ ve BİL Okulları olarak bütün yatırımlarımızı yeniden eğitime yönlendiriyor ve “eğitimin bir ekonomik üs olma pozisyonu”na ilişkin stratejik bir okuma yapıyoruz.
Örneğin KKTC’de İlim Üniversitesi’ni devralarak, Kıbrıs’ın eğitim kalitesini daha üst seviyeye taşıyacak köklü çalışmalara başladık. Devraldığımız mevcut yapıdaki temel sıkıntıları tespit ederek yeni bir yol haritası belirledik. 10’a yakın fakültesi ile mevcut yapı, 1500 civarında öğrenci kapasitesine doğru seyrediyor.
Kampüs, Girne’de çok güzel bir yerde ve gittikçe de gelişiyor. Ayrıca orada Uluslararası Aydın Üniversitesi de hayata geçecek ve Kıbrıs’ta 2 üniversitemiz olacak. Zira buranın geleceği eğitimdedir ve Kıbrıs için bir “eğitim adası” olmaktan başka çözüm yoktur. Kıbrıs’ta turizm ve tarım da elbette önemlidir ancak adada eğitime ağırlık verilerek sektörel bir cazibe noktası yaratılması en avantajlı yol olacaktır.
“Akademi-Sektör İş Birliği Kadar,
Akademi-STK Yakınlığı da Önemlidir.”
Üniversitelerimizin bütün sektörlerle girift bir ilişki içinde olması ne denli önemliyse, sivil toplum kuruluşları ile olan yakınlıkları ve iş birlikleri de bir o kadar önemlidir. Bireysel olarak bu noktaya olan yoğun hassasiyetimden dolayı, söz konusu elzem köprülerle ilgili birçok ulusal ve uluslararası yapıda yöneticilik yapıyor; buralardaki dinamizmi akademi ile bütünleştirerek bir sinerji oluşturmaya gayret ediyorum.
Örneğin Avrasya Üniversiteler Birliği (Eurasian Universities Union - EURAS) Kurucu Yönetim Kurulu Başkanlığını, Dünya Franchising Konseyi (WFC) Yürütme Kurulu Üyeliğini, Avrupa Franchise Federasyonu (EFF) Başkan Yardımcılığını, Ulusal Franchising Derneği (UFRAD) Genel Başkanlığını, Avrupa ve Akdeniz Ülkeleri Yerel ve Bölgesel Yönetimler İş Birliği Konseyi (COPPEM) Başkan Yardımcılığını ve Türkiye Başkanlığını, Hizmet İhracatçıları Birliği (HİB) Eğitim Komitesi Başkanlığını, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Eğitim Ekonomisi İş Konseyi (EEİK) Başkanlığını, Küçükçekmece Kent Konseyi Başkanlığını, Türkiye Sigarayla Savaş Derneği (TSSD) Genel Başkanlığını ve Anadolu Eğitim-Kültür Vakfı (AKEV) Başkanlığını yürütmekteyim. Aktif görev yaptığım sivil toplum kuruluşlarının tamamı bunlar olmayıp, ilk elde sayabileceğim STK’lar bunlardır.
Mesela son dönemde, artan orman yangınları ve çevre sorunlarıyla alakalı bir yapı daha kurduk. “Yeşil Vatan Platformu” adını verdiğimiz bu yapının da kurucu başkanlığını yürütmekteyim. Bünyesinde, bağlı bulunduğumuz birçok kurumu barındıran ve onlardan güç alan platformumuzun; ülkemizde etkin bir çevre duyarlılığının oluşmasına önemli katkılar yapacağına inanıyorum.
Sonuç olarak akademinin bir ayağı sektörde, bir ayağı da sivil toplum ağında olmak durumundadır. Çünkü yükseköğretim hem sistemin içinde olmalı hem de sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik meselelere bütüncül bir paradigmadan yaklaşabilmelidir.
“Toplumları Üniversiteler Aydınlatır,
Gençlik de Dinamize Eder!”
Toplumu aydınlatan üniversitelerdir ve siyasîlerin doğru yol almasını sağlayacak aslî lokomotifler de yine onlardır. “Akademi”, toplumuna güçlü ışık veriyorsa; “ekonomi” de, “siyaset” de, “üretim” de sağlıklı ilerliyor demektir. Ancak akademinin bu işlevini hakkıyla yerine getirebilmesi için de devlet, yani siyasal erk eğitim camiasına yönelik ciddi bir “performans sistemi” uygulamalıdır. Bir üniversitenin kaç patenti, ne kadar yayını, kaç tane buluşu ya da bilimsel üretimi olduğunu daima izlemelidir! Zira “Tam Bağımsız Türkiye” gibi olmazsa olmaz bir ufkumuz varsa, bu çıtanın ancak eğitimdeki performans ölçümüyle realize edilebileceğini bilmek de boynumuzun borcudur. O yüzden de gözümüz, lokomotif konumundaki üniversitelerde olmalıdır.
Gençlik ise toplumun aslî harcı, mayası, adeta tohumudur! Kaliteyi üniversitelerin topluma çizdiği ufukla yakalar, gençlikteki üretim aşkı ve dinamizmle de çizilen rotayı hayata geçirecek enerjiyi buluruz. Bu nedenle de farklılıklarımızın zenginlik kaynağı olduğunu asla unutmamalı; farklı renklerin uyumu ve hareketiyle bütüne doğru ilerleyerek, sağlıklı bir bakış açısını sürdürülebilir kılmalıyız.
Gazetenizin bu röportajı vesilesiyle 2021-2022 Eğitim Öğretim Yılı’nın hayırlara vesile olmasını temenni ediyor, her zaman öğrencilerime öğütlediğim bir cümleyi yinelemek istiyorum.
“Oluşturduğunuz fark kadar varsınız…”