Rönesansın doğuşu ile başlayan, bilimin ve aklın ön plana çıkmasıyla birlikte 1960’lı yıllara kadar modernizm ve sonrasında ise postmodernizm dönemleri birbirini takip etti. Hakikatin olduğu ama mevcudiyetin sınırlarını çizdiği bu süreç, kitle iletişim araçları ne zamanki yaşam pratiklerimize nüfuz edip bizleri kendi simülarkının içine sürükledi, işte o vakit hakikat asli önemini yitirdi.
Hakikat belki hiçbir zaman salt olarak anlaşılamamış ve de uzun yıllar çeşitli boyutlarıyla tartışılmış olsa da hakikatin varlığını bilmek ve hakikati aramak insanın fıtratında hep süregelen bir durumdu. İnsanın varlık sebebi bir anlamda iyi ve kötüyü ayırmak, cüzi iradeyi kullanmak ve hakikati aramak üzerine kuruluydu. Şimdi ise sonsuz bilgi yığınları içerisinde “Post-Truth” dönem diye adlandırdığımız hakikatin çırpınışını, hatta ölüşüne tanıklık ediyoruz.
Hipergerçekliğin ve gerçekliğin kesiştiği bir girift yaşam alanında artık hakikatin önemi kalmadı. Dahası modernizmden kalan hakikat ve mevcudiyet, pergelin tutunduğu bir zamanlar sabit ayakken şimdilerde gerçeğin ölüşüne tanıklık etmek, insanlığın da ölüşüne şahitlik etmekten öte başka bir şey de değildir. Artık hakikatin yerine kanaatler almıştır. Sonsuz bilgi kümeleri ve yankı odaları içinde kolaya kaçmak ve hakikati aramamak, onun ölmesini umarsızca seyretmektir. Konunun erbapları ya da kanaat önderlerinin yerine hitabeti güçlü ama derinlemesine bilgi birikimi olmayan sosyal medya içerik üreticileri ortaya çıkmıştır. Bilgiye erişmenin en zahmetsiz yolu, bu yüzeysel içerik akıntı karakteristiğine sahip kanalların üzerine kurulu niteliksiz köprülerin altından geçip gitmiştir.
Her ne kadar dijitalizm sosyal yönüyle toplumu atomize edip bireyselleşmeyi beraberinde sürükleyip getirmiş olsa da hakikatin ölüşü de bunun aksine, bireysel sınırlarından sıyrılıp toplumsal ölçekte deformasyona kolay uğramasında paradoksal bir nosyon olarak yerini almıştır. Hakikatin temeli insani değerlere dayanırken, insanın da varlık nedeni bu hakikat arayışıyken maddeleşen dünyanın siber dünyasında manevi değerin erimesi de yine kaçınılmaz olmuştur. Mütemadiyen kelimelerin, cümlelerin ve tüm gerçeklerin bir anlam ifade etmediği çağa adımlarımız sürüklenmiştir.
Mutsuz olan insanların oynamaya ihtiyaç duyduğu mutluluk rolleri, fütursuzca kendini tamamlayamama halleri ve insani değerlerden yoksun tüm eksik yönleri insaniyetin de aslında ölüşüne sebepti. İnsanın bu metamorfozunun başlıca sebebi hakikati aramaktan vazgeçen, hap bilgileri yutan ama iradesini kullanamayan ya da sorgulamayan, bilakis hakikati erişse dahi kendisi için artık mana barındırmayan bir kıyametin gölgesine sığınıştı. Sistem artık hakikati öldürmüşse de, bizler bunun farkında olup en azından arta kalan ömrümüzde kendi değerlerimiz için hakikatten ve gerçeği aramaktan asla vazgeçmeyelim.
Anahtar Kelimeler: