Çağın “Dijital Bağımlılık” Sorununu, Prof. Dr. Ruhi Ersoy’dan Dinledik...

  • Güncelleme: 03.03.2021 15:21
  • Okunma: 4295 kez
  • Yorum: 0
Prof. Dr. Ruhi Ersoy: “Bağımlılık Tehdidi; Dijital Kültür ile Birlikte Sigara, Alkol ya da Uyuşturucu Bağımlılığından Dijital Bağımlılığa Evrilmiştir.”
Çağın “Dijital Bağımlılık” Sorununu,  Prof. Dr. Ruhi Ersoy’dan Dinledik...
Söyleşi: Ayten ÇALIŞ KURTÇU
Politikacı, akademisyen ve halk bilimi uzmanı Prof. Dr. Ruhi Ersoy’la, “Dijital Yaşam Pratiklerimizin Değerler Alanına Olan Etkisi”ni konuştuk. MHP Genel Başkan Başdanışmanı, 25-26. dönem MHP Osmaniye Milletvekili, Osmaniye Vakfı Başkanı ve Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğr. Üyesi Ersoy; dijital bağımlılık tehdidinin bugün geldiği noktayı, önemli sosyo-kültürel tespitler eşliğinde vurguladı...

“Hayatın Mevcut Hızı İle

Genetik Kültür Kodları

Arasında

Uyum Sağlanamadığında,

Sosyal Gerilim Başlar.”

Hayatın mevcut ritmi ile insanın daha önceki tarihî-genetik kültür kodları arasında bir uyum sağlanamıyorsa; işte orada sosyal gerilimler, stresler başlar. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna, moderniteden postmoderniteye geçtiğimiz şu süreçte yaşanan da budur. Daha önce endüstri 2.0, endüstri 3.0 vardı ve bu süreçte yapay zekâ henüz yoktu. Cep telefonları ile sadece konuşma ya da mesaj atma şeklinde bir ilişkimiz vardı. 1990’ların sonuna doğru mevcut tablo buydu. Ne var ki 2010’larda android telefonlar, akıllı cihazlar sisteme girdi ve bu yeni düzen içinde sadece telefon değil, internet de telefona bağlandı. İnsanlar, bilimum sosyal ağlarla tanıştılar ve dijital zemine, telefona bağımlılık her şeyin ötesinde oldu. Tabi bu bağımlılık; sadece alet edevat kutunuzda bir tornavidanın yanına bir 8-9 anahtarı, bir kerpeteni koymak şeklinde gerçekleşmedi! Bu süreç, aynı zamanda bir zihinsel dönüşümü de beraberinde getirdi. Yani dünya genelinde bireysel farkındalık arttı ve olayların takibini yapan, siyasal anlamda mevcut süreçleri algılayan toplumlar da doğdu. Teknolojiyle olan bu yakın münasebet, insanların meselelere yaklaşımını değiştirerek bakış açılarının farklılaşmasını ve çeşitlenmesini sağladı.

“PTT’den Şehirler Arası

Telefon Bağlatılan Yıllardan,

6 Aylık Bebeklerin

Parmak Ucuyla

Tablette Gezindiği

Dönemlere Evrildik.

Bu Sosyal Değişimlerim

Sosyo-Kültürel Arka Planı

İrdelenmelidir.”

Dijital dönüşümle birlikte ortaya çıkan dijital kültür, çocukların gelişim süreçlerini de oldukça etkiledi. Zira bu süreçte çocuklar, yeni bir dünyanın içerisine doğdular. Şu an 90’ları anlatıyoruz, cep telefonlarıyla yeni tanıştığımız zamanlardan söz ediyoruz ama bizler yaş olarak evlere sabit telefonların yeni bağlandığı yılları, PTT kanalıyla şehirlerarası telefon bağlatılan dönemleri hatırlıyoruz. O zamanlarda, cep telefonlarını hayal bile edemezdik. Dolayısıyla bugün; cep telefonunun hayatlarımıza girmesinden sonraki gelişmelerin içerisine doğan çocukları konuşuyoruz. Bu, çok farklı bir sosyal olgudur.  Çocuk doğduğunda; henüz daha 6 aylık, 8 aylık ya da 1 yaşında iken parmak ucuyla tablet ekranında geziniyor. Ne var ki çocuğu susturmak için eline akıllı telefon ya da tablet vererek onu meşgul etmeye çalışan bir anlayış problemlidir. Bunlar muhakkak açıkça konuşulması gereken meselelerdir. Zira çok ciddi bir dijital-zihinsel bağımlılığa doğru sürüklenmekteyiz.

“Bilimsel Veriler;

Beynin Sözlü Kültür İçinde

Gelişme Gösteren Bölgesi ile

Vicdani Melekelerin

Gelişimi Arasında

Son Derece

Güçlü Bir Bağ Olduğunu

Ortaya Koyuyor!”

ABD’de 90’lı yılların başında ve onu takip eden dönemlerde, öğrenciler otomatik silahlarla okullara gelip arkadaşlarını katlederdi. Bu tür haberler Amerikan kamuoyundan tüm dünyaya yayılır ve ABD’deki yoğun şiddet olayları, sıklıkla gündemde yer alırdı. Sonuçta bir ortaokul öğrencisi bir yerden silah temin ediyor ve arkadaşlarını öldürüyor! Gerçekten de bunlar, son derece tirajik vakalardı. Amerika; şiddet eğiliminin yüksek olduğu, ergenlerin yüksek bir gerilimle çeşitli eylemler yaptığı bu sosyal süreci araştırmak ve arka planda yatan temel sebepleri anlamak istemiştir. “Niye böyle oluyor?” sorusuna bilimsel bir yanıt aramak için her disiplinden uzmanlara kapsamlı bir çalışma yaptırmıştır. Ekipte sosyologlar, psikologlar, antropologlar, halkbilimciler, sağlıkbilimciler ve nörologlar yer almış; “Ne oluyoruz?” sorusunun peşine düşmüşlerdir. İşte bu araştırmacılardan bir tanesi de, Barry Sanders isimli bir bilim insanıdır.

Baryy Sanders’in, “Öküzün A’sı” isimli bir kitabı vardır ve bu olayları anlatmaktadır. Bu kitaptan hareketle, benim de makalelerimde değerlendirdiğim önemli bir veri vardır. Bu veri; sözlü kültür ortamı ile yetişmeyen, teknolojinin içerisine doğmuş ve sürekli olarak televizyonla tabletlere maruz kalmış çocukların vicdani gelişim bakımından geri kaldıklarını ortaya koymaktadır. Bu bilimsel araştırmaya göre eğer çocuk sözden ve sözlü kültürden uzaksa, yani ninniden, masaldan, annenin iltifat dolu ifadeleri ile sevgisinden ayrı düşmüşse ve sadece teknoloji ile ilişkili durumdaysa; beyninin sözlü kültür ile gelişme gösteren bölümü zayıf kalmaktadır. Yani nörolojik açıdan da meselenin üzerine gidilmiş, araştırma sadece teorik düzlemde bırakılmamıştır.

Çalışmada beyin içindeki limbik sisteminin sözle ve sözlü kültürle gelişen o alanının, söz konusu sebeplerden dolayı az geliştiği ortaya konulmuş ve bu az gelişmişliğin sonucu olarak da insanda vicdan duygusunun gelişmediği kanıtlanmıştır. Kısacacı fiziki bir gıda olarak bünyeye alınması gereken bir süt gibi, bir yoğurt gibi ya da bir B-12 veyahut da D vitamini gibi sözlü kültürün de muhakkak yaşanması gerektiği sonucuna varılmış; çocuğun bir ninni ya da masal dinlemesinin, sevgi sözcükleri duymasının ve yüzyüze iletişime dayalı sosyal bir ortamda büyümesinin son derece belirleyici olduğu vurgulanmıştır. Yani hanedeki kaynaşma, sağlıklı iletişim; çocuğun nöro-limbik sistemini geliştirmekte ve bu da vicdani melekelerin kemale ermesini sağlamaktadır. Sonuç olarak bu bilimsel araştırma; Amerikan toplumunda sözlü kültür ortamından kopmuş, daha çok teknolojiye maruz kalan çocukların, jenerasyon olarak daha vicdansız ve şiddete meyyâl olduklarını ortaya koymuştur. Bizim buradan çıkaracağımız sonuç odur ki; çocuklarımızı rahat kahvaltı edelim ya da kendi aramızda gün yapalım diye bir çizgi filmin başına bırakmak yerine onlara emek vermemiz gerekmektedir. Evlatlarımızı sağlıklı bir sosyalleşme süreci ile hayatın içerisine dâhil etmek veya onlarla birebir iletişim kurmak kaçınılmazımızdır.

“Çocuklarımıza Model Olarak;

Sindirella Masalı Yerine

Küllü Fatma’yı Vermeliyiz...”

Öte yandan şu hataya da düşmemek lazım! Çocuğun masal saati geldi diye “Haydi aç telefondan bir masal!” dememek, çocuğa dijital araçlardan masal dinlettirmemek gerek. Zira buradaki esas mesele, sizin sevgi ve ilginizdir. Teknoloji kanalı ile çocuğunuza masal dinlettirebilirsiniz ama onun sizin sesinize ihtiyacı var. Eğer masal bilmiyorsanız, her gece ona bir hikâye kitabından masal okuyup özetleyebilirsiniz. Oradan destek alarak, kültürümüze ait hikâyeleri aktarabilirsiniz. Yeter ki çocuğunuzla meşgul olmak isteyin. Tabi tutup Sindirella’yı da çocuğunuza model olarak göstermeyin! Onun yerine Küllü Fatma’yı nasıl çocuğunuza aktaracaksınız, ona bakın. Kısacası; kendi masal tiplerimizin içerisindeki temel modelleri ortaya koymamız, işlememiz gerekmektedir.

“Şiddet İçerikli Animasyonlara,

Çizgi Film ve Oyunlara

Maruz Kalan Çocuklarda

Çok Ciddi Psikolojik

ve Fizyolojik Problemler

Gözlemlenmektedir.”

Çocukları maruz bıraktığımız bilgisayar oyunlarındaki şiddet de bir başka önemli konudur. Az evvel değindiğim araştırmada da vurgulandığı üzere; şiddet içerikli animasyonlara, çizgi filmlere maruz kalan çocukta vicdani melekelerin gelişimi eksik kalmaktadır. Bilgisayar oyunlarındaki şiddet içerikli animasyonlar ile çizgi filmler birleştiği zaman, çocuklarda çok ciddi psikolojik ve fizyolojik problemler baş göstermektedir. Tabi bizler “Değerlerimize uygun çizgi filmler ve animasyonlar yapalım.” derken, bunların tarafı olurken, şu gizli tehdide de hassasiyet göstermeli ve “Teknoloji yolu ile değerlerimizin aktarımını sağlıyoruz.” diyerek çocuklarımızla vakit geçirmeyi, onlarla birebir iletişime dayalı sözel bir ortamı tesis etmeyi asla ihmal etmemeliyiz.

“Dijital Kültür İle Birlikte

‘Bağımlılık’ Kavramı Genişlemiş

ve Sigara, Alkol Ya da

Uyuşturucu Bağımlılığından

Dijital Bağımlılığa Doğru

Evrilmiştir.”

Başta Yeşilay olmak üzere bağımlılıkla mücadele eden STK’ların, artık bağımlılık olgusunu sadece uyuşturucu, alkol, sigara bağımlılığı olarak görmediklerini ve ‘teknoloji’yi de bağımlılık kapsamında tanımladıklarını biliyoruz. Çünkü mevcut teknolojinin içerisindeki kurgusal senaryo, çocukları ölüme itiyor. Mavi Balina oyunu üzerinden yaşanan üzücü vakalar, bunun birer örneğidir.

Bu çerçevedeki olumlu örneklerden bahsettiğimizde ise TRT’yi anmak ve kurumu kutlamak gerekir. Zira TRT Çocuk kanalı başta olmak üzere birçok TRT kanalının, son zamanlarda milletin değerleri ile örtüşen içerik üretimleri yaptığını gözlemliyoruz. Dolayısıyla da bu tür programları çok kıymetli buluyoruz.

“Millî Savaş

Stratejilerimizle İlgili,

İnsani Değerleri de İşleyen

Oyun Yazılımları

Geliştirmeliyiz.”

Olumlu örnekleri vurgularken, mutlaka oyun yazılımlarını da konuşmak gerekir. Bu alanda üretim yapan gençlerimiz; yazılım programlarıyla beraber, Amerika’ya oyun da satıyorlar. Bundan çok ciddi gelir elde eden şirketler de var. Bu vesile ile kendilerine bir öneride bulunmak isteriz. Millî savaş stratejilerimizle ilgili, insani değerleri de işleyen oyunlar geliştirilebilir. Bu tür oyunların yazılması, bugün çok ciddi bir ihtiyaçtır.

Batı menşeili oyunların içerisinde; şiddet, öldürme, katletme vardır. Türk kültürü içerisindeki insani ve evrensel boyutları yansıtan yazılımlar geliştirilebilirse, dünyaya millî kültürümüzün insani boyutunu göstermiş oluruz. Örneğin savaşta yaralı bir düşman askerini kurtarmak için kendisi canından olan alî bir kültürü de, küresel zemine aktarmış oluruz. Kendi tarihimize birazcık yakından baktığımızda, bu tarz kahramanların örnek hikâyeleri ile dolu olduğumuzu görürüz. Türklerdeki bu samimi, insani, vicdani hâlleri bilen malum zihniyetlerin bunu istismar edip tuzak kurduğu da; birçok kez görülmüştür. Bunları da oyun yazılımı haline getirmek ve küresel zemine sunmak durumundayız diye düşünmekteyim.

“Teknolojinin

Fırsata Dönüşmesi İle

Risk Olması

Arasındaki Denge Unsurunu

Muhafaza Etmeliyiz.”

Birbiri ile bağlı tüm bu hususlar, sağlıklı kültür politikalarını ortaya çıkarmak ve uygulamaya koymak açısından son derece önemli olacak; ciddi bir farkındalık sağlayacaktır. Bunlar, teknolojinin imkânlarından çok yönlü istifade edilebilecek olan alanlardır. Zaten inşa süreçleri hep böyle başlar. Yoksa biz tüm bu kritikleri, bir teknoloji karşıtlığı üzerinden yapmıyoruz. Teknolojinin fırsata dönüşmesi ile risk olması arasındaki denge unsurunu muhakkak muhafaza etmeliyiz. Teknolojiyi bilinçli kullanmak, yadsınamaz zaruretimiz ve sorumluluğumuzdur.

“İçinde Bulunduğumuz

Hızlı Akış,

Modern İnsanın

Kendini İhyası İçin

Bazı Terbiye Mekanizmalarını

İşletmeyi Zarurî Kılmaktadır.

Millî Kültür, Millî Şuur

ve Millî Ruh;

Bu Mekanizmaların

Bütünüdür.”

Sonuç olarak şunu ifade etmek isterim ki; konuştuğumuz tüm bu hassas meselelere, yaşadığımız hayattaki hızı ve insanın da katman katman birçok hali olduğunu hesaba katarak bakmak gerekir. Şu an insanın varlığındaki egonun, hırsların, nefsanî arzuların pekçok tahrikler yarattığı farklı bir yaşam biçiminin içindeyiz. Her şey, tüm pozitif ya da negatif olanaklar bir tuş uzağımızda! Onun için de öncelikle insanın; tıpkı maddî ve manevî kültür gibi, kendisini madde ve mânâ düzleminde inşa etmesi, donatması gerekiyor. Kısacası insanın; kendini ihyası ve terbiyesi için bazı mekanizmaları devreye sokması elzem! Bu noktada, elbette ki birçok farklı reçeteler ve tavsiyeler var. Ancak bizler; millî kültürü, millî şuuru ve millî ruhu, söz konusu bu terbiye mekanizmasının bütünü olarak görüyoruz. Bu bütünün içinde de pek çok farklı unsurlar vardır.

Ailenin sofra düzeninden, anne babanın münasebetinden tutun da bir davete gidildiğindeki ortama kadar birçok öğe bize bu bütünü verir. Tam da bu bütünün kemale erebilmesi için, kültürel anlamda sahibi olduğumuz değerlere saygı duymamız ve değer aktarımı ile alakalı bir hassasiyet taşımamız gerekmektedir. Şüphesiz bu konuda, cemiyetin gözü önünde olan insanların daha da büyük bir sorumluluğu vardır...